Çocukluğumda futbol, dönemin erkek çocuklarının en sevdiği oyundu. Keban’da daha çok mahalle aralarında ve kömür tozlarıyla dolu Garaj denilen yerde top oynardık çünkü Keban Lisesinin önü, Keban Jandarma sahası ve Baraj futbol sahası biz çocuklar için hem çok lüks hem de çok büyüktü.

Keban ya da Kallar Mahallesi çocukları olarak aslında, tüm boş arsalarda, sokak aralarında, açık alanlarda, çimenliklerde, okul bahçelerinde kale direği yerine ikişer sal taşından kale yapıp, bir de oyuncakçı Turan’dan aldığımız plastik toplarla, bağıra çağıra futbol oynayabilme olanağımız vardı ama dediğim gibi en gözde yer kömür tozları içindeki Garaj idi.

Çocukluğumda, bu işin en unutamadığım yanı bireysel keyif almak dışında takım olabilmek-kurabilmekti. O dönemde en iyi futbol oynayan çocuklar iki takımı da seçer, takım kaptanı ve teknik direktör gibi gireni çıkanı ve kalecileri belirler hatta maç içindeki tüm son kararları da verirlerdi. Bazen takım seçiminde, gol, faul, taç konularında kıyasıya mücadeleleri ve rekabetleri de yaşardık.

Sonradan takım seçimlerinin daha hakkaniyetli olması için değişikliğe gidildi. Bu lider ruhlu arkadaşlar bir araya geliyor, top oynanacak alanda gladyatör seçimi gibi herkes birer birer takımına almak istedikleri, ortada bekleyen arkadaşlarının adlarını söylüyorlardı.

Adlarımızın ilk söylenmesi futbolumuzun beğenildiğini gösterirdi, yani adlar, iyi futbol oynayanlardan başlanarak söylenirdi. Oyuncuları seçmede son söylenenler doğal olarak futbolu beğenilmeyenlerdi, ki genelde en sona kalan kaleye geçirilirdi.

Bazen ilk oyuncuyu seçecek olanın belirlenmesi için “aldım verdim” biçiminde, iki çocuk birbirlerinden belli bir ara uzaklaşırlar ve sırayla adım atarlardı. Birbirlerine ilk yaklaşan ve ötekinin ayağına basan, ilk oyuncuyu seçme hakkına sahip olurdu.

Takımlar kurulduktan sonra maç başlar, oyunda penaltı, faul ve aut vuruşları ile taç atışları sahada lider olanların keyfine göre belirlenir ve genellikle bu maçlar, kurallar konusunda düşünce birliği sağlanamadığı için kavgayla bitebilirdi. Yaz aylarında maç öncesi ya da sonrası topluca arkadaşlarla dereye yüzmeye gidilirdi.

O günkü oyun genelde "beşte devre onda biter"olurdu. Üç korner bir penaltı gibi kuralları ender uygulardık. Beşte devre, beş gol atıldıktan sonra kalelerin değiştirilmesi, toplam on gol atılınca da oyunun bitmesi anlamına gelirdi. Birinin kolunda saat varsa, bazen saatli maçlar yaptığımız da olurdu.

Bizde ofsayt ve bazı kurallar uygulanmazdı. Ayrıca hiçbir çocuğun futbol malzemesi de olmazdı. Babaları Etibank’ta çalışanların çocukları sportaç marka kramponlar, renkli eşofmanlarla gelirlerdi. Maçlarda naylon topu bazen bulabilsek de hele plastik top zor bulunan bir şeydi. Bir futbol topu ancak gazetelerin spor sayfalarında görülebilirdi.

İleride benim de oynayacağım ve kaptanlık yapacağım Kebanspor’da, Mustafa ve Bülent Serttaş, Ramazan Taşcan, Sadi Demirel, Abdullah Şener, Adnan Akturan, Seyfettin Demirel, Fethi Yılmaz gibi iz bırakmış oyuncular vardı.

Beşiktaş’ta oynayan Ulvi Kebanlı olsa da Kebanspor’da oynamamıştı ama, Keban’da top oynamış kişiler arasında Mehmet Ekşi, Kadir Arıkan gibi yıllarca en üst liglerde top oynamış değerlerimiz vardı. Kadir Arıkan kaptanı olduğu Antalyaspor’dan, bol malzeme yardımı yapar, büyük vefa örneği gösterirdi.

Yıl içerisindeki turnuvalarda okullar, kurumlar, mahalleler katılır, ortalık şenlik yeri gibi olur, çok heyecanlı, çekişmeli ama dostluk içinde maçlar oynanırdı.

Gerçekten de o dönem futbol, yalnız çocukların değil, büyüklerin de tutkusuydu. Günümüzde bu dostluk ortamını, bu toplumsal yaşamı, bu değerleri zevkle ve özlemle anıyor, arıyoruz.

Saygılarımla.

KEBANSPOR 81676916_10159225415848812_98697025612152832_n.jpg