Türkiye, binlerce yıllık kültürlerin buluştuğu, inançların ve geleneklerin iç içe geçtiği bir coğrafya… Ancak bu kültürel zenginliklerin hepsi aynı ölçüde görünür olabiliyor mu? İşte tam da burada Harput’un kadim taş sokaklarında yankılanan bir gelenekten söz etmeliyiz: Meryem Ana Yortusu ve Üzüm Bayramı.
Her yıl 15 Ağustos’ta, Elazığ’ın tarihî Harput Mahallesi’nde bulunan Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi’nde binlerce yıllık bir ritüel yaşatılıyor. Süryaniler, Meryem Ana’nın göğe yükselişini dualarla anarken; üzüm bağlarından toplanan ilk mahsuller bereket dilekleriyle kutsanıyor. Bu tören, yalnızca dini bir ayin değil, aynı zamanda Anadolu’nun tarımsal kültürüne köprü kuran bir şenliktir.
Ne var ki, Mardin’deki Süryani ayinleri sık sık manşetlerde kendine yer bulurken, Harput’taki bu kutlu gün çoğu zaman sessizce geçip gidiyor. Oysa Harput’un bağrında yükselen bu dua ve şükran geleneği, en az Mardin kadar güçlü, en az Mardin kadar değerli…
Harput, yalnızca Elazığ’ın değil, Anadolu’nun ortak hafızasıdır. Süryani kültürünün izlerini taşıyan bu tören, aslında bizlere geçmişten bugüne uzanan bir mesaj bırakıyor: Farklı inançların, farklı dillerin bir arada yaşama iradesi.
Bugün Anadolu’nun taş kiliselerinde söylenen her ilahi, aynı çağrıyı yineliyor: “Bu topraklar, farklılıkların birlikte var olabildiği bir medeniyetin beşiği.” Meryem Ana Yortusu da işte bu ortak mirasın bir parçasıdır.
Ulusal medyanın, kültürel politikaların ve toplumun dikkatini bu eşsiz geleneğe çevirmesi gerekiyor. Çünkü bir gelenek hatırlandıkça yaşar, yaşatıldıkça geleceğe kalır.
Mardin’deki törenler ne kadar kıymetliyse, Harput’taki Meryem Ana Yortusu da o kadar kıymetlidir. Belki de asıl mesele şudur: Biz, kendi zenginliğimizin farkına ne zaman varacağız?