Son aylarda dünya gündeminde önemli bir yer kaplayan, insan kaynaklı çevresel etkilerinin sıkça dile getirildiği; sonuçları ile yüz yüze kaldığımız zamanları yaşıyoruz. Bahse konu olan olayların tümüne ise iklim değişikliği ve küresel ısınma diye tabir etmekteyiz.

Bilinen evrende yaşamaya müsait ve içinde yaşam olan gezegenimiz, yine o gezegende yaşayan bir tür olan insanoğlu tarafından, şimdiye kadar yaşamadığı bir süreci (doğal gelişimi dışında) yaşatmaktayız.

Tarihsel süreçlerde, bilimsel verilere dayanılarak bizlere anlatılan, dünyanın birçok kere ısındığını, bu ısınmalar sonrasında buzul çağlarının yaşandığını; bu doğal döngünün işleyişi sürecinde ise dünya üzerinde varlığını hissettiren insanoğlunun, son süreçte bu döngüyü bozduğu ve sonuçları tahmin edilemeyen bir döneme doğru ilerlediğimizi görmekteyiz.

Bir bireyin, bir ülkenin veya bir kuruluşun sürdürdüğü faaliyetler sonucu atmosfere saldığı sera gazlarının karbondioksit cinsinden karşılığı karbon ayak izi olarak adlandırılır (Plassmann ve Edwards-Jones, 2010). Doğal süreçte doğa atmosferde bulunan sera gazlarının dengesini sağlamaktadır.  Ancak insanoğlu bu doğal süreci bozmaktadır.

İnsanoğlunun dolaylı yollardan ürettiği karbon gazları, bunları temizleyecek ormanların da yok olmasından sonra, atmosferde birikmesi, sera etkisi (güneşten gelen ısı fazlasının tekrar uzaya yansıtılmasının engellenmesi) oluşturmakta, ısınan dünya ise anormal iklimsel olaylar, buzulların eriyerek deniz seviyelerinin yükselmesi, kuraklık veya aşırı yağış tehlikesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dünyamızın bu şekilde ısınmasını engelleyemediğimiz zaman ise olacaklar hakkında bilim adamları tarafından devamlı olarak uyarılar gelmektedir. Uyarıların o veya bu şekilde sonunda insanoğlu için büyük bir felaket getireceği ise kaçınılmazdır.

Eriyen buzullardan okyanuslarımıza karışan sular sadece okyanusların yaşamın temeli olan doğal akıntıları engelleyip besin zincirini bozması bir yana, birkaç metre yükselecek olan su seviyesi ise kıyı kentlerinde yaşayan milyarlarca insanın hayatını tamamen değiştirecektir. Oluşacak kaos ve bozulacak düzen, dünya üzerinde yaşayan bütün insanları etkileyecektir.

Yüce Rabbimiz tabiatı, içindeki varlıkları yaratırken mükemmel bir denge içerisinde yaratmıştır. Bozulacak olan bu denge, bizlere şüphesiz büyük bir bedel ödetecektir.

Bu noktada bizlere düşen ise, favori bir deyimle, karbon ayak izimizi azaltmak olacaktır. Ne yapmamız lazım bu karbon ayak izimizi azaltmak için?

Öncelikle çevremize saygılı olmalıyız. Hayatımızı mümkün olduğunca sadeleştirmek, duyarlılığımızı arttırmak ve bu noktada son derece kararlı olmamız gerekmektedir.

En basitinden kullanmakta olduğumuz ve en temel ihtiyacımız olan su tasarrufu bunun başında gelmektedir. İçmek zorunda olduğumuz su dışında günlük kullandığımız su miktarını en aza düşürmek zorundayız.

Bir tişört üretimi için harcanan su miktarını tahmin edebilir misiniz?  Ortalama 2700 Litre...

Sofranıza gelen 1 Kg etin üretimi için tüketilen su miktarını hayal bile edemezsiniz. Ortalama 15 Bin 455 Litre... Bu miktar bir hayvanın yetiştirilmesi, kesilmesi, nakliye vb. aşamalar dikkate alınarak hesaplanmıştır. Ortalama bir insanın içmek için günde 3 litre su ihtiyacı olduğunu hesaplarsanız, yaklaşık 14 yılda içeceği su ile 1 kilo et için harcayacağı su miktarı ortalama aynı...

 

Şimdi diyeceksiniz ki et yemeyelim mi? Sadece suyumuzun değerini bilerek, israf etmeden ve aşırıya kaçmadan tüketim yapmalıyız.

 

Atıklarımızı mümkün olduğunca geri dönüşüm sistemleri içerisinde tutmaya çalışmalı; tabiata ve diğer tüm canlılara saygılı olmalıyız.

İhtiyacımız olmadıkça, mümkün olduğu kadar tasarrufa yönelmeli. Bunu kendimiz için değil gelecek nesiller ve dünyamız için yapmalıyız.

Mümkün olduğu kadar az karbon ayak izi bırakmalıyız.

Eski bir kızılderili sözü aklıma geliyor.

‘’Bizler dünyayı dedelerimizden miras değil, torunlarımızdan emanet aldık...’’