Şehrimiz zengin doğal güzelliklerinin yanısıra çok sayıda uygarlığın yaşadığı bir yörede bulunması nedeniyle çok önemli tarihî ve kültürel varlığa da sahiptir. Fırat nehrinin çizdiği büyük bir yay içinde verimli bir ova üzerinde kurulmuş olan bölgede, Harput ve çevre tarihi “Paleotik Çağ”a kadar uzanan bir tarihe kadar bölge birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır.

Urartu, Med, Pers, Bizans, Sasaniler, Çubukoğulları, Artukoğulları, Akkoyunlular, Moğollar, Selçuklular, Safevîler, Romalılar’a kadar çok sayıda medeniyet tarafından yönetilmiştir.

Mevcut kaynaklara göre, Harput’un en eski sakinleri MÖ. 2 bin yıllarından itibaren Doğu Anadolu’ya yerleşen Hurrilerdir. Hurriler’den sonra bölgenin hâkimiyeti Hitit ve daha sonra Urartular altına girmiştir.

1516 Yılı’nda Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir. Sonuç olarak, Harput 20’ye yakın medeniyetin yaşadığı 4 bin yıllık bir maziye sahip bulunmaktadır. Bu nedenle Elazığ köklü bir tarihe, onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış olmanın getirdiği zengin bir kültür ve bu kültürü yansıtan sayısız tarihî ve kültürel varlığı barındırmaktadır.

Dolayısıyla şehrimiz tarihî ve kültürel zenginliğin üzerinde oturmaktadır. Ancak bu zengin tarihî ve kültürel varlığın üzerinde oturmak marifet değildir. Önemli olan söz konusu bu hazineyi ülkemize ve dünyaya tanıtıp, bu değerler üzerinden kendimize katma değer yaratmaktır. Oysa, biz bu değerlere sahip çıkmıyoruz. Sadece üzerinde oturuyoruz. Örneğin; Harput’taki birçok tarihî cami, hamamı, türbeyi, Meryem Ana Kilisesi’ni ve önemlisi Harput (Süt) Kalesi’ni, Palu’daki tarihî kale, cami, kilise, Urartu Kaya Kitabesi’ni, Ağın’daki Bademli Kaya Mezarları, höyükleri ve tarihî camileri, Keban’daki tarihî cami ve kiliseleri, Baskil’deki tarihî mezar, mescit ve kiliseyi, Tomisa Kalesi’ni ve İzollu Kitabesi’ni, Maden’deki saat kulesini, Karakoçan’daki Pamuklu Koç mezarları ve Urartu Kaya Kitabesi’ni, Sivrice’deki Hazar gölünün altında yatan “Batık Şehir” gibi tarihî ve kültürel bir serveti niye kendi haline terk ettiğimizi ve dünyaya sergilemediğimizi anlamış değiliz.

Daha önce Harput’un “UNESCO Dünya Mirası Listesi”ne girmesi için verdiğimiz çabaların amacı bu tarihî ve kültürel mirası dünyaya açmak, tanıtmak ve insanlığın ortak mirası hâline getirmekti.

Evrensel olma yolunda ilk adımı atmış olmamıza rağmen, bugüne kadar kaderi ile baş başa bırakılmış olan bu zengin tarihî ve kültürel değerlerin korunması ve yaşatılması için tek seçenek olan

UNESCO’ya her nedense şehrimiz sahip çıkmamaktadır. Oysa bu zengin tarihî ve kültürel varlığın dünyaya tanıtılması ve şehrin turizme açılarak ekonomik açıdan bir değer yaratılması için sağlanan fırsat ne yazık ki kaçmaktadır.

Gülüşkür ile Kömürhan arasına sıkıştırdığımız kültür zenginliğimize yazık ediyoruz. Onu dünyaya açmak varken, ısrarla yerel tutmaya çalışıyoruz. Elazığ’ın bir sanat ve kültür şehri olarak yarattığı markalar ve düzenlediği festivallerle gündeme gelmesini arzu ediyoruz. UNESCO ile Harput’un ve sanatı ile ‘’Harput Senfonisi’nin’’ niye bir marka hâline getirilmesini kabul etmiyoruz?

Keza şiirin başkenti haline gelen ve uluslararası hüviyet kazanmış olan ‘’Hazar Şiir Akşamları’’ Festivali’ni neden yapmaktan vazgeçtiğimizi anlamıyoruz? Artık sadece orcik ve salçalı köftenin bu şehrin kültürüne fazla bir şey katmayacağını anlamamız ve kabul etmemiz gerektiğini düşünüyoruz…