Keban Kallar Mahallesi’nde biri Yusuf Ziya Paşa Külliyesi’nin 200 metre güney doğusunda, öteki ise 300 metre doğusunda bulunan bu iki tarihsel yapı kimlerden, ne zamandan, kaç yıllık olduğu bilinmeden yazgısına terk edilmiş bir biçimde ve şimdilerde zamana direnerek ayakta kalmaya çalışıyor.

Çarşıya yakın olan hamamın soğukluğu ve sıcaklığı üzülerek belirteyim ki çöplük gibi kullanılmakta olup bu görüntüsü ile yüreklerimizi burkacak durumdadır.

Bu hamamın yeri, yola göre üç metre aşağıdadır. Üstü otlarla kaplı bir bahçe görünümündedir. Yoldan geçenlerden ve çevrede yaşayanlardan kaynaklanan çöplerin, üstten yıkılmış ve delinmiş yapının sıcaklık kubbesinden içeri doğru doluşup birikmesi sonucu yapı içine girmek, içyapıyı değerlendirmek olası değildir.

Yapının iskeleti ayakta ise de büyük yıkıma uğramış, bugüne kadar kimseden ilgi görmemiştir. Çok geniş bir yapı olup kubbesinin, kasnaktan bir metreden yukarısı tümüyle yıkılmıştır.

Hamamın 100 metre altında, Yusuf Ziya Paşa Külliyesi’ne daha yakın, Keban deresinin Darboğaz bölümünün üstünde bulunan hamam ise daha küçük ama daha sağlam biçimde ayaktadır. Bu hamamın içindeki taş ve parçalar sökülmüş, duvarlar oyulmuş, hamam yapısal bozulmalara uğramış olsa da ötekine göre çok daha temizdir ve iyi korunmuştur.

Bu yapıların, Roma, Selçuklu, Osmanlı yapı kültürlerinin birbirinin ardılları olması nedeniyle, kimlerden kaldığına yönelik bilgimiz yok. Ancak söylemeliyiz ki tüm dünyanın Türk Hamamı diye bildiği bu yapı biçimi, birçok sanat ve tarih adamına göre Anadolu’daki Roma ya da Bizans izleri olup, onların Türk Kültürü’ne bırakıtıdır.   

Yabancıların gözünde, Osmanlı ya da Türk denildiğinde ilk akla gelen sözcüklerden olan, kültürümüzde ayrı bir yer tutan Türk hamamları, dört yanı çevrilmiş duvarları ve kubbeli yapısıyla, salt temizlenilen bir yer değil, toplumsal yaşamın parçalarındandır. Belirttiğim gibi, Türk hamamlarının kökeni Roma hamamlarına dayanır.

Romalılarda da hamamlar, yalnızca temizlenme yerleri değil, aynı zamanda masaj ve spor yapılan, söyleşiler yapılan yerlerdi. Roma Devri’nde önemli bir yer tutan hamam kültürü Bizans Devri ortalarına dek etkisini sürdürmüş, daha sonra öteki Akdeniz ülkeleri ve Avrupa'da unutulmuş, Türklerle birlikte yeniden ve daha canlı olarak ortaya çıkmıştır.

Anadolu'da özellikle Selçuklular’da ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde sanatsal ve işlevsel değerleri yüksek çok sayıda hamam yapılmıştır.  Günlük yaşantımıza girmiş deyimlerden, "hamam parası", "hamam gibi olmak", "han hamam sahibi" gibi yüzlercesi bu kültürün parçasıdır...

Hamamda genelde içsel yapı dörde ayrılıyor: Soyunma, ara aşama olan ılıklık, göbek taşının da olduğu sıcaklık ve hamam ocağının bulunduğu külhan. Osmanlı hamamında altı adet temel mimarlık biçiminde söz edilmekle birlikte, en çok iki ya da üç biçim kullanılıyor.   

Seftil Dağı’nın yamacına uygun olarak yerleştirilen iki yapının da giriş kapısı güney yandadır. Birbirine benzer özellikler gösterseler de belirttiğim gibi yola yakın olan daha büyüktür. Yıkık ve kalıntıları ayakta olan bölümün alt yanı uçurum olduğundan duvarlarında yıkılma ve delinmeler olmuştur. Çok dar deliklerden bakıldığında içerisinin çok kirli ve çöp dolu olduğu görülür.

Her iki yapıda hiçbir sanatsal desen ya da sanat izi kalmamıştır. Birçok bölümü yıkılmış olduğu için tarihsel geçmişini ve sanatsal özelliklerini değerlendirmek ve incelemek çok güçtür. Her iki yapının kubbe kasnağındaki tuğlalardan anlaşıldığı üzere duvarlar kesme taşlardan, kubbe ve tonozlar ise tuğladan yapılmıştır.  Bu yapıların kısa zamanda korunmaları kültürümüz açısından büyük önem taşımakta olup, bu konuda da görev yetkililere düşüyor.

keban2keban1