Yesevî’nin Anadolu’ya çaldığı maya hürmetine, doksan bin Horasan pirinin aşkına, dağlara, kurtlara, kuşlara; Fırat’ın bereketine, evliyanın ve enbiyanın desturuna, Allah’ın aşkına bismillah…
Güzel Anadolu’muzun binlerce yıllık kadim geçmişinde, toprağında, ruhunda, taşında, suyunda ve türküsünde bir maya vardır. Bu maya; kültürü, inancı, umudu ve felsefeyi bir arada yoğurmuştur. O mayanın adı, Horasan erenlerinin nefesiyle, Ahmet Yesevî’nin irfanıyla Anadolu’ya taşınmıştır.
Anadolu’nun çorak toprakları bu mayayla bereketlendi.
Fırat, Munzur, Murat, Aras ve Dicle bu mayayla coştu, çoğaldı.
Taş kalpli zannedilen gönüller bu maya ile merhametle yoğruldu.
Çanakkale’de, Yemen’de, Kafkasya’da muzaffer ordumuz Anadolu’yu bu maya ile savundu.
Tarhana çorbasındaki tuz, buğday ekmeği bu maya ile tat buldu.
Veysel’in sazındaki duygu, sesindeki toprak kokusu bu maya ile hayat buldu.
Harmandaki emek bu mayayla rüzgâra savruldu.
Bugün hâlâ, bir sofraya oturup ekmeği paylaşırken, bir misafire yer gösterirken, bir garibin sırtına hırka giydirirken Yesevî’nin çaldığı o kadim maya içimizde yaşamaktadır. O maya, yalnızca geçmişimizin değil, geleceğimizin de yol haritasıdır, adeta yansımasıdır.
Özellikle son on yıldır yaptığımız her çalışmada, Yesevî’nin Anadolu’ya çaldığı bu maya hürmetine özen göstermeye ve çaba sarf etmeye gayret ediyoruz. Şahsım olarak da bir kültür savaşı içerisindeyim.
Peki, nedir kültür savaşı?
Bir toplum kendi kültürünü yaşatamazsa, başkasının kültürünü tüketmeye başlar. Bu yüzden kültür savaşı aslında kimliğini koruma savaşıdır. Görünmez bir cephedir bu savaş; ya özüne sahip çıkarsın ya da başka kültürlerin gölgesinde kaybolursun.
Biz bu mücadelede ne yapıyoruz?
Köy köy gezip türküler, ninniler, masallar, nefesler, semahlar ve deyişler derliyoruz. Efsaneleri kayıt altına alıyoruz. Fırat nehri boyunca uzanan kadim Türk kültürünü korumaya çalışıyoruz. Yaşlılarımızla uzun uzun sohbetler edip arşiv oluşturuyoruz. Hatta unutulmaya yüz tutmuş yemeklerimizi bile derliyoruz. Arkeolojik değerlerimizi korumak için gayret ediyoruz. Cinsellik ve ahlaksızlık yayan sahte müziklere inat, türkülerimizi yaşatıyoruz. Anadolu’nun tapusu olan Fırat nehri kenarındaki bin yıllık Türkmen mezarlarını sahipleniyoruz.
Tüm bunları yaparken bir bütçemiz ya da desteğimiz yok. Arkamızdaki en büyük güç, Yesevi’nin mayasıdır.
Kapitalizmin sunduğu kültürsüzlük, inançsızlık, belleksizlik ve maneviyatsızlık karşısında bir cephe açıyoruz. İşe yarıyor mu bilmem, ama su taşıyan karınca misali tarafımızın belli olması yeterlidir. Belki konudan bağımsız görünecek ama şunu da belirtmeliyim ki: Anadolu’muzu ve güzel ülkemizi zor günler bekliyor.
Lakin Yesevî’nin Anadolu’ya çaldığı maya öylesine sağlamdır ki; kıyamete kadar bu kadim vatan bizlerin olacaktır. Alevî’siyle, Sünnî’siyle; Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i ile ayrım yapmadan kültürümüzü, coğrafyamızı ve inancımızı korumaya hep birlikte devam edeceğiz.
Unutmayalım: Kültürsüz bırakılan gençlik, kendi benliğiyle değil yabancı değerlerle beslenir. Kendi türküsünü bilmez, atasının sözünü işitmez, kendi masalını anlatmaz, efsanesini hatırlamaz. Böyle bir ortamda birlik duygusu zayıflar, aidiyet duygusu körelir. Bu da bir milletin geleceğini tehdit eden en büyük tehlikedir.
Dilini kaybeden, tarihini unutan, sanatını terk eden, inancını küçümseyen, yaşlısını tanımayan bir toplum; köksüz bir ağaca benzer. Kökü olmayan bir ağacın gövdesi ne kadar güçlü görünse de ilk fırtınada devrilir.
İşte bu yüzden her daim “Yesevî’nin Anadolu’ya Çaldığı Maya Hürmetine” demeye, söylemeye, ifade etmeye devam edeceğiz.
“Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür.”
— Mustafa Kemal Atatürk
Sağlıcakla kalın…