İslamiyet’in 7. yüzyılın ilk yarısında Arap Yarımadası’nda doğuşu, kısa süre içinde hem siyasi hem de coğrafi açıdan büyük bir dönüşümün başlangıcı oldu. Hz. Muhammed’in vefatından sonra, özellikle Dört Halife döneminde İslâm devleti hızlı bir genişleme sürecine girdi ve bu süreçte en önemli hedeflerden biri, dönemin güçlü imparatorluğu olan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu, Müslüman kaynaklarda geçen adıyla Rum diyarı oldu. İşte bu yaşanan İslam fetihlerinin en önemli merkezlerinden biri Fırat nehri kenarları olmuştur. Fırat boylarının İslam ile şereflenmesinin en önemli faktörlerinden biri hiç şüphesiz sancaktar Abdulvahap gazi olarak bilinmektedir.
730’lu yıllarda Emevî komutanı Mesleme bin Abdülmelik, büyük bir orduyla günümüz Anadolu topraklarında İslâm cihadını başlatmıştı.[1] Jeopolitik açıdan önemini günümüzde dahi koruyan Fırat Nehri’nin doğu ve batı yakaları, tarih boyunca birçok büyük değişimin ve stratejik başlangıcın kilit noktası olarak kabul edilir. Anadolu’daki İslâm fetihleri sırasında en belirleyici ve etkili çarpışmaların, Fırat Nehri boyunca uzanan hat üzerinde gerçekleştiği bilinmektedir. Bu bölge, hem askeri faaliyetlerin merkezinde yer almış hem de İslam ordularının ilerleyişine yön veren kader savaşlarının sahnesi olmuştur.
Kısa bir jeopolitik not; Fırat’ın batısında Melitia- Malatya şehri: Doğu Roma yönetiminde uzun yıllar kalan Malatya, yine bir askeri üs olarak kullanılmıştır. Bu süre içerisinde surlar, yeniden onarılmıştır. Fulminatris lejyonu adi verilen askeri karargâha Bizanslılar “Likandos” adını vermişlerdir. Bizans İmparatoru Akilleon (457-474) Malatya’yı İmparatorluğun 12. Temi olarak adlandırmıştır. 532 yılında İmparator Justinyanus zamanında şehir surları yeniden restore edilerek müstahkem hale getirilmiştir. Bunun zamanında Malatya, bir eyalet merkezi durumundadır. Öte yandan şehir içinde ve çevresinde bulunan kale kalıntılarından şehrin geniş bir alana yayıldığı ve halkının Hıristiyanlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Uzun süre Bizanslılar ve Müslüman Araplar arasında el değiştiren Malatya, Avasım şehirlerinin merkezi durumuna getirilmiştir. Anadolu’da Fırat’ın doğu kısmi Müslümanların ilk istilası sırasında ele geçirilmiştir. Emeviler devrinde de bu fetih tamamlanarak Anadolu’nun güney bölümü olan Adana, Ceyhan ile Fırat arasındaki toprakların kontrolüne geçmiştir. Adana bölgesinin merkezi Tarsus, Fırat bölgesinin merkezi Malatya olmak üzere iki hudut valiliği kurulmuştur. Anadolu’nun tamamen Türkleşmesine kadar Malatya, Bizans ve Müslüman Araplar arasında paylaşılamayan bir merkez konumundadır.[2]
Bizanslılar için büyük bir jeopolitik öneme sahip olan Melitia’nın savunması, Fırat Nehri’nin karşı kıyısındaki kaleler aracılığıyla yürütülmekteydi. Bu kaleler, bölgeyi dış tehditlere karşı koruyan birer ön savunma hattı niteliği taşıyordu. Özellikle Muşar (Minşar) Kalesi ile günümüzde Mar Ahron Manastırı olarak bilinen ve M.S. 300 yılında inşa edilen yapı, yalnızca bir inanç merkezi değil, aynı zamanda askerî bir kale fonksiyonu da görerek Malatya’nın en önemli koruma noktalarından biri hâline gelmişti. Emevîler için Malatya'nın fethi, adeta bir çorap söküğü gibi ilerlemiş; bölgenin ele geçirilmesi, Konstantinopolis kuşatmasına giden yolu da stratejik olarak açmıştır. Fırat boylarında ve çevredeki kalelerde yaşanan çetin savaşlar, gösterilen kahramanlıklar ve gerçekleştirilen İslam fetihleri, aradan 1300 yıl geçmiş olmasına rağmen bölge halkının hafızasında canlılığını korumaya devam etmektedir. İslam Sancaktarı Abdulvahap Gazi: 7. Yüzyılın başlarında başlayan İslam fetihlerine katılmış, sahabeden bir komutandır. Türbesi Baskil İlçesine bağlı Suyatağı köyünün Kale mezrasında bulunmaktadır. Abdulvahap hazretleri 130 yıl yaşadığı bilinmektedir. Peygamber efendimizi görmekle şereflenmiştir. 740 YILINDA Muşar dağı kuşatması sırasında, dağın yamacında bulunan bir mağarada şehit düşmüştür.[3] ‘’Rumlara karşı verilen mücadelelerde Abdülvehhâb Gazi’nin kahramanlıklarına şahit olunmuştur. Askerlerin kaçtığını gördüğü zaman onları savaşa devam etmeleri için teşvik etmiştir. Abdülvehhâb Gazi, hadis ile de meşgul olmuştur. İbni Ömer, Enes ve Ebû Hüreyre’den hadis rivâyet etmiştir’’[4]
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde de onun sahabe olduğundan bahsetmektedir. Abdulvahap Gazi, Abdullah El-Battal ile birlikte Fırat boylarında yaşanan savaşlarda büyük fedakârlık göstermişlerdir. Bugün Anadolu halkı ona olan sevgisinden mütevellit Türkçe unvan vererek Battal gazi olarak isimlendirmiştir. Abdullah El Battal veya diğer adıyla battal gazi : 740 (45 ya da 50 yaşında) Akroinon Muharebesi, Afyonkarahisar’da şehit düşmüştür. Kabri Seyitgazi, Eskişehir ilçesinde bulunmaktadır Abdullah el-Battal: (Arapça: عبدالله البطال; anlamı “Kahraman Abdullah”, ö. 740), Emevî Halifeliği döneminde Bizans İmparatorluğu'na karşı düzenlenen seferlerde önemli rol üstlenmiş, 8. yüzyılın başlarında Arap-Bizans mücadelelerinin öne çıkan Müslüman komutanlarından biridir. Onun yaşamına dair tarihsel veriler sınırlı olsa da, askerî cesareti, akınlardaki etkinliği ve Bizans sınırlarındaki mücadelesi, ölümünden sonra geniş bir halk anlatısının doğmasına zemin hazırlamıştır. Abdullah el-Battal’ın tarihî kişiliğine dair verilerin sınırlılığı, zaman içerisinde onun etrafında güçlü bir epik karakter inşasının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu durum, sözlü kültürün dönüştürücü etkisiyle birleşerek el-Battal’ın kimliğinin hem Arap hem de Türk-İslam edebî geleneklerinde yeniden kurgulanmasına imkân tanımıştır. Böylece “Battal Gazi” adı, tarihsel figürün ötesine geçerek geniş bir coğrafyada kahramanlık, dini bağlılık ve savaşçı erdemleri temsil eden sembolik bir niteliğe bürünmüştür. Arapça menkıbelerden Anadolu’daki gazavatname literatürüne uzanan bu çok katmanlı anlatı geleneği, Battal Gazi’nin cesaret, adalet ve inanç merkezli mücadelesini idealize ederek aktarmış; onu İslamî kahramanlık anlatılarının en belirgin ve etkili figürlerinden biri hâline getirmiştir. Bugün Abdullah el-Battal, hem tarihî bir komutan hem de kültürel hafızada sembolleşmiş bir alp-gazi olarak, İslam fetihlerinin ve Orta Çağ kahramanlık geleneğinin en bilinen isimleri arasında yer almaktadır.Battalname adlı eserde Abdulvahap gazi hazretlerinin cihat etmeden önce peygamber efendimiz Hazreti Muhammed aleyhiselamdan aldığı destur şu şekilde yazılmıştır;
‘’Ol dem ashâb ortasından bir yiğit hûb yüzlü adı Abdulvahhâb Gazi yerinden turu geldi ve Hazret-i Resûl’ün önünde dua kılub eyitdi: Ya Resûlallâh bu ben zaif bîçâre benden bu âna dek çok seferler etdüm ve çok iklimler temaşâ eyledüm. Amma dönlü gördüğüm yerlerden hiç Rumdan yeğ bir makam görmedim. Şehirleri birbirine yakın ve suları ferâvân, çeşmeleri çok, havası hûb tend-ü rast ve pınarları çok ve nimetleri ve efrâd-ı meyleri garib devlet ammâ kâfirlerdür. İnşaallah ol vilâyeti Hakk Cell-ü ‘âlâ hazretleri siz habibin mübarek yüzü suyu hürmetine Müslümanlara rûzi kıla dedi ve şol kadar vasf eyledi kim, Resul Hazretinün mübarek hatır-ı şerifleri Rum’a meyl eyledi. Ol dem kuşluk saat Cebrail-i emin Hazret-i Rabbül-‘âleminden vahy getürdi ve eyitdi: Ya Resûlullâh Hâlık-ı Âlem celle celâlehû sana selam kıldı ve dahi şöyle buyurdı kim, çün benüm Resûlümün mübarek hatırı Rum’a meyl eyledi. Ben dahi ol vilâyeti ânun ümmetine rûzî kılam gerekdür kim, diğerlerin yakalarına mescidler, medreseler bünyad ideler. Hükm-i risâlet tamam ola. İki yüz yıldan sonra bir yiğit kopa. Uzun boylu, hub yüzlü, buğday anlu ola. Senün oğullarından Şehr-i Malatya’dan adı Cağfer ola ve sağ yüzünde şâhâne bir beni ola ve dahi pehlüvanlıkta Hamza’ya beraber ola ve heybeti Hazret-i Ali heybetinde ola ve ayyârlıkda Emir Ömer’den ziyâde ola ve yalınuz yüzücü ola ve dört kitab yâd kıla. Çün âvâz çeke, bir nesne okuya. Hava yüzünden kuşlar döküle. Ol vilâyeti ol küşâda kıla ve kiliselerin yıkub yerine mescidler ve medreseler bünyâd kıla ve dahi İstanbul’ın kapusın ol aça ve keşişlerin ciğerin kese didi. İmdi benüm habîbimün hâtırı âsûde olsun didi. Andan Cebra’il uruc edüb gitdi. Çün Hazret-i Resûl sallallâhü aleyhi ve sellem bu haberi işitdi. Azîm şâd olub mübârek yüzü açıldı. Andan mübarek lisânın debredüb ashablara eyitdi: Bilün ve âgâh olun kim padişâh-ı âlem-i pervirdigâr benî âdem ol vilâyeti bana ve benüm ümmetime bağışladı didi. Andan ashab bu sözden azîm şâd olub sevindiler. Pes Abdulvahhab yerinden turu geldi ve eydür: Ya Resûlullâh bu ashâbdan ol zamana bir kimse irişe mi, dedi ve ol yiğidin mübarek yüzün göre mi, didi. Pes [8] Cebrâ’il yine çıkdı ve eyitdi: Ya Resulallâh Hakk cell-ü âlâ Hazretleri şöyle buyurur ki, ol kişi kim sual kıldı ol zamana yine ol kalacakdur ve ol yiğidin yüzini görüb anunla çok gazalar idecekdir ve benüm habîbüm Abdulvahhâb’ın başını eliyle sağasun ve mübarek ağzınun bârın Abdülvehhâb’un ağzına bıraksun ve bu günü ve bu saati tarih idüb Abdulvahhab’a ısmarlasun. Kaçankim Seyyid Cağfer’e irişe. Benüm Resûlümün namesin ve ağzı bârın ânâ vire, teslim ide, dedi. Çün Cebrail yine 40 urûc kıldı. Pes Resûl Hazreti buyurdu. Ol günü ve ol saati tarih idüb Abdülvahhab’a ısmarladılar ve dahi Resul Hazreti mübarek eliyle Abdülvahhab başını sığadı ve mübarek ağzının barın ağzına kodı. Kaçan kim Abdülvahhab yutdı. Boğazında durdı. Aşağı inmedi. Zira kim emânet idi ve dahi Resûl Hazreti Abdülvahhab’a çok nasihatlar eyledi eyitdi: Çün Cağfer’e irişesin ve benüm selamım ânâ değüveresin, didi. Çün Abdülvahhab desti hattı aldı. Yüz yire urub sakladı. Çün hükm-i risâlet tamam oldı. Resul Hazreti ‘aleyhisselam bu dâr-ı fenadan dâr-ı bekâya rıhlet eyledi. Hilâfet Ebûbekir’e değdi. İki yıl hilâfet eyledi. Hilâfet Ömer’e değdi. On iki yıl hilafet eyledi. Andan hilafet Osman’a değdi. On yıl hilâfet eyledi. Andan hilâfet Ali’ye değdi. Dört yıl halifelik eyledi. Ânı dahi şehîd eyledil’’[5]
Abdulvahap Gazi Hazretleri, sadece Baskil’in değil, Anadolu’nun manevi kimliğinde derin izler bırakmış, bölgenin ruhuna yön veren gönül erlerinden biridir. İslam’ın Anadolu coğrafyasına geliş sürecinde hem bir alperen hem de bir irfan öncüsü olarak kabul edilen Abdulvahap Gazi, hayatı boyunca adalet, merhamet, iman ve cesaret gibi değerlere hizmet etmiş; Malatya, Elazığ, Baskil halkı için bir maneviyat merkezi ve birlik sembolü hâline gelmiştir. Türbesi, asırlardır ilçeye gelen ziyaretçilerin dua ve huzur mekânı olurken, yerel hafızada da kuşaktan kuşağa aktarılan bir kutsiyet ve saygı odağıdır. Onun hatırası, Baskil’in tarihî dokusunu güçlendiren, toplumu manevi değerler etrafında birleştiren ve ilçenin kültürel kimliğini zenginleştiren en önemli unsurlardan biri olarak yaşamaya devam etmektedir.
Kaynakça:
Malatya.Valiliği gov.tr.
Mücahit YÜKSEL, ‘’BİZANS TOPRAKLARINDA BİR MÜCAHİT: ABDÜLVEHHÂB GAZİ’’ Aksaray
Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi cilt / volume: 5 • sayı / issue: 10 • aralık / december 2018 • 463-475
Seyyid Battal Gazi, ‘’Battalname’’, Yağmur Say. Eskişehir Valiliği. 2009 s.39-39
https://islamansiklopedisi.org.tr/mesleme-b-abdulmelik
[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/mesleme-b-abdulmelik
[2] Malatya Valiliği gov.tr
[3] Son sahâbi, 110/729 senesinde vefat etmiştir. Abdülvehhâb Gazinin vefat tarihi ise 121/740
[4] Mücahit YÜKSEL, ‘’BİZANS TOPRAKLARINDA BİR MÜCAHİT: ABDÜLVEHHÂB GAZİ’’ Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi cilt / volume: 5 • sayı / issue: 10 • aralık / december 2018 • 463-475
[5] Seyyid Battal Gazi, ‘’Battalname’’, Yağmur Say. Eskişehir Valiliği. 2009 s.39-39