Yaşamakta olduğumuz Dünya ile büyüdüğümüz Dünya arasında çok fark var…

İnsanlar hoşgörü ve saygı kavramlarını hayatlarından çıkarmış, gözlerini hırs bürümüş ve akıl almaz bir şekilde bir bocalamanın içinde yaşamaya çalışıyorlar.

İnsanlar gözlerine kestirdikleri bir makam, mal veya herhangi bir hedefe ulaşmak için her türlü hamleyi yapmayı, her yolu denemeyi kendilerine hak olarak gören bir varlık haline geliyorlar.

İnsan kendine nereye kadar demeden edemiyor! Sınırların kalktığı, amaca ulaşmak için her yolun mübah olduğu bu gidişat genelde sonu hüsran ile biten hikayeler doğurmaktadır.

Bir tarafta bulutların üzerinde, ülke standartlarının çok üzerinde bir yaşam; diğer tarafta karnını doyurmak için çaba sarf eden devasa bir insan topluluğu...

Bir vatandaşın geçinmek, karnını doyurmak için bir ayda harcaması gereken miktarı, bir öğün yemek faturası olarak ödenen sistemlerde toplum ister istemez gerginliğe sürüklenecektir.

Geçmişte de bunun örneklerine şahit olduğumuz sosyal durumlar olabilirken, insanın bunun içinde, bunları görerek tecrübe etmesi çok farklı bir his.

Hayatta tecrübe denilen kavram da bu olsa gerek!..

Yaşayarak ve görerek tecrübe etmeniz apayrı bir şey...

Toplumda orta sınıfın korunması gerektiğine inananlardanım. Eski siyasetçilerin deyimiyle ‘’Orta direk’’ günümüzde bir kere daha yok olmanın eşiğinde. Bu kesim toplumda bir denge unsuru olmakla birlikte ciddi anlamda da bir nüfus kitlesine sahiptir. Bu kesimde yaşama imkânı kalmayan insanlar genelde alt gruba düşerek “Fakir” diye nitelendirdiğimiz, gelir düzeyi insanca yaşamayı gerektirecek sınırın altına düşen bir gruba dahil olmaktadır.

Halk için, ülke içindeki en alt sınıfın gelirlerini arttırarak, mümkünse daha üst gelir seviyesi olan gruplara dönüştürmeliyiz. Bunun da en basit yollarından biri, ülke içinde gelir dağılımında adaleti sağlamaktır. Doğru politikalar ve tarafsız sistemler ile bunu gerçekleştiririz.  Yeter ki siyasi iradenin buna isteği ve kararlılığı olsun. Ülkenin kaynakları üç beş şirkete aktarılmasın. Halkın refahı düşünülerek yapılacak projelerde adil, dürüst ve şeffaf davranılsın.

Yanlış politikalarla yönetilen topluluklarda huzursuzluklar da kendiliğinden doğmaktadır. Sosyal patlamalar, aile içi şiddet haberleri, cinayetler, intiharlar ve buna benzer birçok hadiseler artık günlük hayatımızda normal bir yer kaplar hale gelmektedir. Daha geçenlerde haberlerde izlediğimiz çöp evde hapsedilen çocuk haberini hatırlarsınız. Toplumun psikolojisi ciddi anlamda bozulmaktadır. Bunun sinyalleri ise bu gibi haberlerde karşımıza çıkmaktadır.

Trafikte yaşadığımız hadiselerle her an patlamaya hazır bir bomba olmadığımızı söyleyebilecek misiniz?
Fırat Üniversitesi hastanesinde yaşadığımız silahlı çatışmayı unutmak mümkün değil...

Doktora şiddet, kadına şiddet, intiharlar artık üçüncü sayfa haberleri olmaya başladı. Nereye kadar demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Toplum artık kutuplaşmak istemiyor. Sadece alt ve üst sınıfın olduğu, orta kısmın yok olduğu bir yapıda uzun süre sosyal barıştan söz etmek mümkün değildir. En önemli olanı da bu kesimlerin mali olarak dengeli bir biçimde yaşayabilmeleri.

Ülke kaynaklarını adil ve dengeli bir şekilde paylaştırdığınız zaman, toplum içerisindeki huzursuzluklar kendiliğinden en asgari düzeye inecektir.

Faturasını toplumun tüm kesimlerinin ödeyeceği hamleler yaparken ortak akıl ile hareket ederek, toplumun menfaatlerini düşünerek adım atmak zorundayız. Ben yaptım oldu mantığı fayda getirmeyecektir. Bunun sürdürüle bilinirliği de yoktur. Nereye kadar demeden kendinizi alamazsınız. Hak için, halk için yaşayan sistemler başarıya ulaşmıştır. Kişi, grup veya cemaat için yapılan adrese teslim hizmetler her zaman hüsranla sonuçlanmış, hak ve halktan yana olan hizmet ve faaliyetler ise daima başarı timsali olan ve şükranla anılan hizmetler olmuşlardır.