(Prof. Ahmet Cihan ve Prof. İlyas Doğan)

     Son yıllarda tarihe ilginin arttığını sevinerek görüyoruz. Cemiyetin ilgisinin tarihe karşı artmasının sevindirici olmasının yanında tehlikeli tarafları olduğunu da söylemek gerekir. Sevindirici olması köklerini araştıran insanların kendisine ait değerlerin kıymetini bilmesine vesile olur. Onları korumaya ve yaşatmaya çalışır. Kendi değerlerinin farkında olmayanların da köklerine yani değerlerine yabancılaşmaları tabiidir. Tarih okumak ile tarih öğrenilebilir mi? Sorunun cevabı tarih okuyucusuna bırakılmayacak kadar değerlidir.

     Sevindirici tarafının okumaların çoğalması kadar okuyucuların neleri niçin kimden nasıl okudukları da günümüzde önemli hale gelmiştir. Tarihi bir makalenin aylar hatta bazen yıllar süren bir çalışmanın sonucunda ancak yazılabildiğini söylemek gerekir. Kendi tarihini okurken mukayeseli olarak tarih okunmalıdır. Bunun gibi daha birçok mücbir sebep tarih ilminin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Menkıbelerden ibaret bir tarih okuyuculuğu günümüzde tarihten kaynaklı aidiyet karşıtlığı veya politik çıkar çatışması yaşanmasına vesile olmaktadır.

     Son zamanlarda popüler bazı yazarların tarih kitapları yok satarken arşivlerde belge peşinde koşan nice tarih emekçilerinin yazdıkları nedense görmezden gelinmektedir. Ortaya çıkardıkları eserlere de öğrencileri ve hakiki akademik personel dışında ilgi gösteren olmuyor. Meşhur tarihçilerin televizyon ekranlarına çıkarak tarih dışında hemen her konuda bilgiçlik taslamaları buna örnektir. Yabancı dil bilmenin sebebi o dilde yazılan kaynakları incelemek ve netice almak içindir. Birden fazla yabancı dil bilmek büyük bir avantajdır. Bu dillerde yazılan eserleri inceleyip mukayese yapılması kıymet ifade eder.

     Anadolu coğrafyası üzerinde yaşıyor olmamız, daha önce burada yaşayan topluluklar arasındaki ilişkilerin incelenmesini de zaruri kılmaktadır. Bazen, Anadolu’da bizden evvel yaşayan toplulukların bıraktığı miras üzerinde yaşadığımızı unutuyoruz. Ayrıntıların büyük bir ehemmiyet teşkil ettiği gözardı edilirse sağlıklı bir netice elde edilemez.

     Tarih tek başına hareket eden bir ilim değildir. Diğer bilimlerden aldığı destek ile netice alır. Bunların başında Sosyoloji gelmektedir. Hukuk da tarihin ilgi sahası içindedir. Sosyoloji ve hukuk tarihin anlaşılmasında yardımcı olurlar. Tarihi yapan insan olduğuna göre, insanın bütün faaliyetlerini ve ilişkilerini inceleyen bilimsel çalışmalar neticesinde ortaya bir sonuç çıkar. Bu da tarih için bulunmaz bir fırsattır. Son yıllarda tarihe ilginin artması sayesinde siyaset, medya, ticaret mensuplarının keser gibi ziyadesiyle kendi taraflarına doğru tarihi yontarak çıkar elde ettiklerini söylemenin yanlışı yoktur. Televizyon ekranlarından tarihi öğrenenlerin yine televizyon ekranlarına çıkarak günümüz meselelerine çözüm ürettiğini hepimiz görüyoruz. Tarih geniş bir bakış açısı gerektirir. Televizyonlardaki dizilerin bilhassa Türk tarihi ile ilgili olanların okuma imkânlarından mahrum olanlar için faydalı olduğunu söyleyebiliriz. Ulaşılabilindiği takdirde gençler için tarih sevgisinin sağlanacağı muhakkaktır. Tarihi kahramanların gençlerin ilgi alanı içinde olması takdir edilecek bir sonuçtur. Ancak, kazanç amaçlı ve tahrifat yapılarak tarihin sunulmasının doğru olmadığını ifade etmeliyiz. Yanlış öğrenilen tarihin toplumsal travmaları çok derin olacağından şüphe edilmemelidir.

     Tarihin hala aydınlatılamamış devirleri olduğunu biliyoruz. Yanlış anlatılanların hala doğruymuş gibi ortada durduğunu da biliyoruz. Tarih için diğer ilim insanlarının da çalışmaları bugün ve gelecekte bu durumu açıklığa kavuşturacaktır. Bu tür çalışmaların var olduğunu da biliyoruz.

     Önümde bu konuda yeni çıkan “OSMANLI TOPLUMSAL YAPISI” adlı bir kitap var. Kitabı yazanlar Prof. Ahmet Cihan ve Prof. İlyas Doğan isimli iki akademisyen. Halen görevlerine devam etmektedirler. Prof. Ahmet Cihan, Osmanlı arşivlerinde hocası Prof. Mehmet Genç ile birlikte ömür çürüttü. Prof. İlyas Doğan hukuk kürsüsünde hoca olarak görevine devam etmektedir. Sosyoloji ve hukuk sahasında tarihi bir projeksiyonun ortaya çıkması ilk defadır. Elbette bu konuda yazan başkaları da vardır. Büyük tarihçi ve arşivci Prof. Mehmet Genç’in ifadesi ile kaleydoskopik bir inceleme yapan olmamıştır. Bu kitap tam da bu anlayışa göre yazılmış bir kitaptır. Osmanlı tarihini kuruluşundan günümüze kadar getiren sayısız kitap vardır. Bunların bir kısmının yabancılar tarafından yazıldığını da söylemeliyiz. Osmanlılar zamanında günlük yazanların büyük kısmının da Türk olmadıklarını da söylemeliyiz. Büyük kısmının sonradan yapılan taramalarda yanlışları ortaya çıkmıştır.

     Türk devlet geleneğinin Osmanlıda tekâmül ettiğini söylemekte fayda vardır. Ancak, Osmanlı Devlet geleneğinde Türk’e ait olmayan unsurların da olduğunu bilmeliyiz. Her iki akademisyen de bu duruma değinmişlerdir. Osmanlı’nın Doğu Roma’nın varisi bir devlet olduğunu unutmamalıyız. Türkler, göç yolları üzerindeki topraklardan batıya doğru ilerlerken karşılaştıkları kültürlerden etkilenmişlerdir. Hint, İran ve Arap menşeli unsurların varlığı, son olarak da Doğu Roma unsurları bunlara ilave edilebilir. Daha önceki kavimlerle ilgili unsurların varlığına işaret edenler az değildir.

     Tarihin kaydettiği devletler içinde bünyesinde barındırdığı çeşitliliğin fazlalığı başka bir devlette bulmanın imkânı yoktur. Dil, din, ırk ve kültür çeşitliliği ile tarihin kaydettiği en büyük devlet Osmanlıdır. Sınırları bakımından uzun süre yaşayan devletlerde dahi bu kadar çeşitlilik yoktu. Kitapta, bu çeşitliliği sağlayan unsurların Osmanlı sisteminin inşasında etkili olduğu ifade edilmektedir.

     Osmanlının, dağılmasından sonra da izleri silinemeyen bir kültürün kurucusu olmaları, yazarlara göre, Osmanlı Toplum Yapısındaki düzendir. Kitabın altı bölümden meydana geldiğini belirtelim. Her bir bölüm kendi içinde ihtiva ettiği analiz ve değerlendirmelerle okuyucuya yeni ufukların açılmasına vesile olmaktadır. En ince teferruata varana kadar yapılan değerlendirmeler, netice olarak, bir medeniyetin dayandığı kaynakları göz önüne koymaktadır. Osmanlı medeniyeti ve toplumu hakkında fikir beyan edenlerin bu kitaptan nasiplenmeleri gerekir. Sultan dışında yönetim şeklinin meritokrasi olduğu belirtilerek, devletin uzun süre devam etmesinin sebeplerinden biri olduğuna işaret edilmektedir. Sultan dışında herkesin görevi ve yetkisi geçicidir. Görev sırasında biriktirilen mal ve emlak, görevi istismar sonucu elde edildiği anlaşılırsa, müsadere edilmekteydi.

     Sultan dışındaki yöneticilerin şahsi kabiliyetleri ve becerileri ile yönetime getirildiklerini ve bunun da bir süre sonra sona ereceği bir yönetim anlayışı vardır.

     Birinci bölümde; 1300 ile 1774 yılları arasındaki Osmanlı Toplum Yapısı içinde cemiyetin bütün katmanlarına bir başlık ayrılmıştır. Bu katmanların varlık sebepleri, icraatları ele alınmıştır. İkinci bölümde; 1774-1830 yılları arasındaki buhran dönemindeki toplum yapısı incelenmiştir. İç ve dış sebeplerin toplumu nasıl etkilediği incelenmiştir. Üçüncü bölüm; 1839-1876 yılları arasındaki dönem, buhrandan çıkış yollarının araştırıldığı kısım olarak ayrılmıştır. Batılılaşma çabasının kurumsal hale getirilmesi çalışmalarının hız kazandığı devir olarak gösterilmektedir. Kuzey komşumuz Rusların yayılma politikaları sonucu batıya yanaşmak zorunda kalan Osmanlıların devletin varlığını muhafaza için yaptıkları reformları görüyoruz. Bunlar arasında, bazıları Avrupa görmüş aydınlar tarafından yöneticilerin halk iradesine dayanan bir siyaseti savunmaları bulunmaktadır. Meşrutiyet fikrinin gelişmesi ve taraftar toplayarak meclisin açılmasının sağlanması bu sonucu ortaya çıkarmıştır.

     Dördüncü bölümde Meşrutiyet döneminde yaşananlar ele alınmıştır. 1876-1918 yıllarını kapsayan bu dönem, Cumhuriyetin ayak seslerinin işitilmeye başlandığı veya buna zemin hazırlandığı safhadır. Elbette bilinçli bir hazırlık değildir. Tarih de tam böyle bir şeydir. Geçmişi incelerken bir bakmışsınız siz de geçmişin içine girivermişsiniz. Meşrutiyet döneminde bugün tartışılan konuların tartışıldığını söylersek yanılmış olmayız. Nitekim yazarlar da bu konuda kaleydeskopik bir bakışı ortaya koymuşlardır. Demiryolu inşası, pozitivist akımlar, alfabe tartışmaları, tarih ve milliyet mefhumlarının konuşulmaya başlanması gibi daha başka konuların bu devirde ortaya atılması sonucu bir kültür mirası ortaya çıkmıştır.

     Beşinci bölümün konuları Osmanlı’nın sonunun geldiği bir zamanı incelemektedir. Siyasi partilerin varlığı, serbest seçimlerin yapılması gibi hususların yanında kültür, tarih ve dil konularının da tartışılmasıyla ortaya Türk milliyetçiliği fikrinin çıktığına işaret edilmektedir. Türk milliyetçiliğinin dayandığı temel kaynak dil ve tarih şuurudur. Batılı bir manada bir Türk milliyetçiliği yerine kültür şuuruna dayalı bir Türk milliyetçiliğinin benimsenmesi milliyetçi teorisyenler tarafından ifade edilmiştir. Osmanlı siyasal varlığının devamı için baş vurulan fikri hareketleri arasında Osmanlıcılık, İslamcılık ve Milliyetçilik vardır. Osmanlının yıkılması nasıl önlenebilir düşüncesi her üç fikir mensubunun hedefleri arasındadır. Beşinci bölümün daha ilginç bölümleri arasında demografik yapı, göçler konusu da vardır.

     Altıncı bölümde, yazarlar, sonuç niyetine yazdıkları ile yeni bir bakış geliştirmişlerdir. Okuyucular, yazarların yazdıklarını, görüşlerini beğenmeyebilirler. Ancak, yukarıda da izah edilmeye çalışıldığı gibi, bugün yaşadıklarımızın dün yaşananların bir devamı olduğunu unutmadan okuma yaparsak bakışlarımızın berraklaşacağını düşünüyorum. Osmanlı Toplum Yapısı isimli bu kitap, sorulara cevap verebilecek şimdilik tek eser olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.

     Kitap; Astana Yayınları arasında Ekim 2022 tarihinde basılmıştır.

Astana yayınları 0312230 04 85 astanayayinlari.com/[email protected]