Yaş ilerledikçe hatıralar da çoğalır. Çoğalan hatıralar arsında nedense daha eski (yaşlı) olanlar hasretle anılmaya başlanır. Hatıraları ebedileştiren nesneler arasında fotoğraflar ayrı bir yer tutar. Benim için dost olmak ötesinde olan yol arkadaşlarımdan kırk sene öncesinin bir fotoğrafını aldım. Bu fotoğraftaki dört kişiden biri de bendim. Diğer üç kişiyi tarif etmek istiyorum.

    Birincisi boyu 1.95 ince dal gibi endam, kalın çerçeveli gözlüklerinin camlarının arkasındaki kurt bakışlı gözleri anlamlaştırır. Çatık kaşları taranmış zil gibi siyah saçları her zaman taralıdır. Hiçbir zaman değiştirmediği soğukkanlı davranışları, kendinden emin, çevresine güven veren, kararlı cesur, yürürken mütevazi önüne bakan, konuşunca da dış görünüşünün sözleri ile uyumlu biri. 

    Biraz daha uzatarak yazarsam diyeceğim o ki; bu uzun boylu dostun dostu olan hiç kimse kendisinden incinmedi. İnsanların hatalarından hatta kendisine karşı acımasızca, insafsızca saldırılara karşı dahi ya affedici olmuş ya da görmezden gelmiştir. Niçin mi? Türkiye’nin en karanlık dönemlerinde gençliğini mensubu olduğu Türk milletinin varlığına devletin bir sınıfın tahakkümüne terkedilmesine canı, malı ve ailesi ile karşı durdu. Karanlık yılların elbette mağduru çoktu. O mağdur olmayı tercih ederken gönüllüydü. Şimdi kendisi için bilerek ya da bilmeyerek saldırılmışsa bunun bir önemi yoktu. Vatan sağ olsun yeter diyenlerden biri.Kurşunların ve bombaların hedefi oldu. Ailesi ve evi kurşunlandı, bombalandı. Ailesinden iki şehit verdi. Sakatlananlar oldu. Karanlık devrin karanlık kör kurşunları kimi nerede ne zaman vuracak belli değildi. İstanbul’da Marksist örgütler tarafından kontrol altında tutularak kurtarılmış bölgeler adı verilen yerlerde inatla ve ısrarla mücadele etti.

    Bir müddet sonra İstanbul’dan Marksist bölücü örgütlerin yoğun olarak faaliyet gösterdikleri Anadolu’ya geçti. Kısa zaman içinde çevresine topladığı vatan sevdalısı gençlerle ilişki kurdu. Onlarla birlikte seminerler, sohbetler ve konferanslar düzenledi. Gençliği etrafında toplamakla yetinmeyerek, köylere kasabalara kadar giderek Marksist bölücülerin emellerini anlatılırken, kendi gayeleri üzerinde konuşmaları halk nazarında takdir topladı. Gayelerine engel olduklarını düşündüklerinden, defalarca silahlı saldırıya uğradı. Allah saklamıştı. Yapacak işleri vardı. İnandıkları başka bir Anadolu şehrinde sürdürmeye devam etti. Büyükleri kendisini nereye gönderiyorlarsa oraya itirazsız gitti. Bu fotoğrafta tam da yeni geldiği bu şehirde çekilmişti. Kimin çektiğini bilmiyorum. 1979 yılının yaz ayları diye tahmin ediyorum. Dört kişiden üçü yazlık kıyafetleri ile oturuyorlar.Gece vakti arkada lambalar yanıyor. Burası bir park olmalıdır. 12 Eylül 1980 Türkiye için ve bu fotoğraftakiler içinde bir başlangıç oldu. İkisi sıkıyönetim tarafından aranmaya başlandılar. Diğer ikisi de il dışına çıkarıldılar. Sıkıyönetim tarafından aranmak işkence görmek demekti. İşlemediği,haberi olmadığı suçları üstlenmek demekti. İşkence edilenlerin bir kısmı işkenceden kurtulmak için ya suçu üstleniyordu ya da bir arkadaşına isnat ederek işkenceden kurtulmaya çalışıyordu. O da bir müddet teslim olmayarak saklandı. Fotoğrafının basıldığı ve sıkıyönetim tarafından arandığı afişler havaalanları, otobüs terminalleri ve tren istasyonlarına asıldı. Dev afişlerdeki resminin yanında meşhur olanlar da vardı. Sonra teslim olarak, bir müddet Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldı. Burada akıl almaz uygulamalaraarkadaşları ile birlikte maruz kaldı. Ceza almadan hapisten çıktı. Gördüğü işkence, tutuklu kaldığı süre, eşinden çocuğundan ailesinden ayrı kaldığı zamanlar yanına kâr kaldı. İstanbul’a döndü. Kimseye, hele inandıklarına hiç küsmedi. Cemiyetlerde yer almaya başladı. Kısa zaman sonra da dostları ile birlikte dernekler kurarak inandıklarını gençlerle birlikte paylaşamaya çalıştı. Uğruna canını, ailesini, gençliğini feda etmekten çekinmediği milleti için şemsiyesi altında kendine yer bulamadı. Küsmedi. başka mecralarda da hizmet edilebilirdi. Etti de. Fotoğraftaki duruşu sanki bugünleri hayal ediyor. Aradan kırk dört sene geçen genç fotoğrafın bugünkü hali çekilseydi acaba ne derlerdi. “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer” şairin sözlerini tekrar ederlerdi. Şimdilerde her biri kendi köşesinde seyir makamındadır. Olanları seyrederken, fotoğraftaki bakışlar gibi biz daha ölmedik, bizi köhne bir meta olarak görüp kıymet ve değer vermiyor olabilirsiniz. Merak buyurmayın, yaşadıklarımızınbize de, bizden sonrakilere de ışık olacağından şüpheniz olmasın. İnandıklarımız, yaşadıklarımız, saraylar, kaşaneleriçin değildi. Zamanın ilişkileri zaten bizim için değildir. Son asır şairimiz Fuat Uluç sanki bizim için söylemiş;

“Saray-ı uzleti bîhûde kılmadık me’vâ

Zamanı hale muvafık mizacımız yoktur”

İkincisi, fotoğraf karesinde görüldüğü üzere ileriye bakan, kendinden emin, elinde şarki özelliklerden kehribar tespih, yazlık üstlüğünün altında zulaladığı silahı, kısık gözleri, avını bekleyen avcı gibi daima pür dikkat, yuvarlak çehresi,mütebessim mi ya da itiyatlı bakış mı duruma göre tavır alabilen gözleri ve yüzü birbirine uyumlu göreve hazırım nerede olursa, dostluğa, vefaya, uğrunda cefaya razıyım demek, ancak böyle bir duruşla gösterilebilir. Uzun cümle burada da ortaya çıktı. Biraz da okuyanlar, yaşanan karanlık devrinden yüz akıyla çıkanlar için okuma zahmetine girsinler diye düşündüm. Duruşu, verdiği mücadelenin, yaşadığı toprakların hakkını inkâr ederek, ihanet ettiklerine inandıklarıyla verdiği mücadeleden aldığı yaralara aldırmadan,ben buradan ölmeden inandıklarımdan vazgeçmem der. Hapisteki arkadaşlarının ceberrut iktidar tarafından başka şehire nakledileceğini öğrendiğinde çılgına döner. Arkadaşlarını ölüme götürüyorlar, bunu kesin olarak biliyordu. Büyüklerini ikna etmeye çalıştı. Çok güvendiği iki kişiyi daha yanına alarak arkadaşlarının bulunduğu cezaevi nakil aracını takibe başladı. Nereye gidecekse oraya kadar gidecek, hapishane müdürü ve güvenlikten sorumlu olanlara söyleyeceklerini söyleyip geri dönecekti. Öyle de yaptı. Nakil aracı hapishanenin önünde durduğunda, arabanın kapısı açıldığı sırada, tutuklu arkadaşları kendisini gördüklerinde hem çok sevinmiş, hem de çok şaşırmışlardı. Kendi imkânları ile cezaevi görevlileri ve güvenlik sorumlusuna söyleyeceklerini söyleyerek, salimen geri dönmüştü. Bu fotoğraf bu hadiseden bir müddet sonra çekilmişti. İşçi sendikasının bölge sorumlusu olarak civar vilayetlere giderek çalışmalar yapıyordu. Bir defasında Marksist örgütün saldırısına yanındaki Belediye Başkanı arkadaşı ile birlikte uğradı. Arabası ateşe verilerek yakıldı. Daha önceki badirelerden aldığı yaralarla kurtulmuştu. Burada da kendisini ve arkadaşını savunmak amacıyla eline alarak tetiğine bastığı silahı ile kurtulmuştu. Fotoğrafın çekildiği zamandan önce bu hadise yaşanmıştı. 12 Eylül 1980 zorbalığı sonrasında kapatılan teşkilatların varlığını, şahsi gayretleri ve çabaları ile yardıma ihtiyacı olan arkadaşlarının yanına koşmaya devametti.

    Bölgede yaygın olarak kullanılan bir söz vardır “en güzel gül zibillikte biter”. Bakışlarından anlaşıldığı gibi doğduğum yer kezzap çukuru gibi bir yerdi. “Allah hidayet etti, o kuyunun yangınlarından sağlam bir çiçek olarak doğdum” der gibi. Bu çukurdan çıkmak kolay değildi. Uğraşması didinmesi gerekirdi. Öyle de yaptı. Vücudunda deşilmeyen yer yok gibi. Irmakları gümrah akan ırmaklarla bezenmiş harita gibi her yanı. Pes etmek bana yakışmaz. Nasıl olsa öleceğim, ha bugün, ha yarın. O, eğer yapacak işlerim varsa, Allah ömür vermişse, o yolda karınca gibi öleyim inancını, saçının her zerresine hissettiriyordu. Hizmet emek için hangi yol varsa,bildiğince çalışmasını sürdürmeye devam etti. Çocuk yaşında kaybettiği evladının acısını her an hissederken, bir an bile isyanı ne aklından geçirdi, ne de dilinden. “Bizi cennette bekliyor nasılsa” der durur. “Tevekkül ve sabır ancak cehtettikten sonradır” inancı kararlı duruşunu hiç bozmadan sürdürüyor. Fotoğraf ben çok şey yapmadım diyorsa da mütevaziliğinden değil inancındandır. Yaşadıklarını kitaplaştırdı. Kitabında yaşadıklarının ancak bir kısmını yazdı. Bunları yazmak bana yakışmaz. Övünmekten Allah’a sığınırım, ne yaptıysam milletim için yaptım. Ölene dek de yapmaya devam edeceğim. Yetiştirdiği evlatları bunun en güzel örneğidir. Vatana, millete, bayrağa, dine, dile bağlılıkları, ilmî sahalarda verdiği eserlerle, babalarının ülkü bayraklarını şerefleri ile taşımaktadırlar.

    Bir fotoğrafın hatırlattıkları bu kadar mıdır? Elbette yeterli değildir. Yaşlı hatıraların imbiğinden süzülenler geleceğe miras olarak kalırken, ibret olur kanaatini muhafaza ederek, şimdilik bu kadar ile iktifa edelim. Anadolu delikanlısının,bayrak, vatan, millet, din, dil gibi değerlerinin, sözde değil özde, vücudunun her zerresinde hissederek, hayatını devam ettirmektedir. Şimdi geçmişten kalan az sayıdaki can yol arkadaşları ile uzak da olsa irtibatını devam ettiriyor. Kendisinden evvel giden dostlarının sayısı kalanlardan fazla,imkân bulduğunda imkân arayarak, kabirlerini ziyaret ederken yanına gençleri alarak gitmeyi ihmal etmiyor. 

    Üçüncüsü; bu asil toprakları korumak görevinin sadece kılıçla olmayacağını söyler gibi derin düşüncelerin izinden gidiyor. Gençlik yıllarının henüz başında, her daim takım elbiseli, kravatlı, duruşu kendince insana cemiyete saygı olarak görürdü. İnsanlarımızın refahı, devletin güçlenmesini sağlamak laf ile olacak değildir. Her sahada icraatlar yapmak gerekirdi. Herkes kendi işini yaparsa bu arzuların gerçekleşmemesi için hiçbir sebep yoktur. Okumak,okuduğunu anlamak, mukayese yaparak gençleri de buna teşvik etmek inancıyla gençlik teşkilatının başkanlığına geçti. Her oda, kahve köşeleri, cami halvethaneleri, sokaklar, caddeler, okul kantinleri, spor salonları, hâsılı arzın her yerinde bir eğitim merkezi, okuma salonları olmuştu. Bakışlarındaki ileriye bakmanın temeli, çok okuyarak, fikri gelişmeyi sağlamada,n tekâmül hakikate erişmez. İlim sonsuzdur. Sonsuzluğun peşinden ancak akıl, ilim ve muhakeme ile gidilir. Yüzünde beliren ve şah damarlarına kadar çıkan kırmızı renk damarlarında kabaran, inançlarını diri tutmanın işaretiydi. Bölgenin en verimli ovansının çocuğuydu. Bu toprakların hakkını vermeliydi. Gençlere yaptığı konuşmalar ve seminerler ile köylere gittiği zaman vatandaşlarla yaptığı sohbet toplantılarında bu yüzünün kızarıklığı hiç bitmedi.

    Bürokrasi hizmetleri sırasında hizmet ettiği toprakların insanlarına her desteği sağlayarak ideallerinin gereğini yapmanın gururunu yaşadı. Vatan sevmenin yolu toprağını sevmekten geçer. Toprağın verimi, hayvanlarının sağlıklı, verimli olmasına eş değerdir. Hizmet ettiği merkezlerde sıradanlaşmaya başlayan ve gittikçe yok olmaya yüz tutan kurumun şartlarını zorlayarak, hayvancılık yapan insanları destekledi. Bununla yetinmedi, aynı kandan gelen ve sınırlarımız dışında yaşayan soydaşlarımız için de raporlar hazırlayarak ilgililere verdi. Elbet, siyaset hizmet etme yeridir. Hizmeti, siyaset sayesinde daha iyi yapabilirim idealini, çoğu zaman unuttuğu ayak oyunları ve çekememezlikler yüzünden yapamayarak, çok bilmenin, istemenin yeterli olmadığını anladı. Fotoğraftaki gibi takım elbiseyi, boyalı ayakkabıyı ayaklarından hiç çıkarmadı. 
  Fotoğraftakilerin her birinin bakışları ayrı gibi göründüğü fiziki olarak doğrudur. Fotoğraftaki yüz ifadeleri her birinin farklı dünyanın insanları olduklarını sakın kimseyi yanıltmasın. Siz bu fotoğraftakileri tanıyor musunuz?

   Muhtemelen tanıyanlar, dostlukları olanlar vardır. Tanımayanlar da üzülmesinler. Çevrenizde mutlaka o devri,onlar kadar yaşamış, aynı duyguları hâlâ paylaşanlar vardır. Siz onlardan çok şey öğrenebilirsiniz. Elinizin üzerinde değil,başınızın üzerinde taşıyın. Yeni neslin onların verdiği mücadeleyi, ideallerini, hayat tarzlarını ve emeklerini öğrenerek, geleceğe taşımaları lazım. O kadar ihanete uğradılar ki karşılığında sadece susup kenarda kaldılar. Zamanın fırıldak gibi değişen şartları karşısında, hayret makamında hatıraları ile baş başa kaldılar.

Kanuni Sultan Süleyman yazdığı bir beyiti sanki bu fotoğraf için yazmış. 

Kadd-i dildârı kimîsi serv okur kimî elif

Cümlenin maksudu bir ammâ rivâyet muhtelif

7A8F9DE3-F157-4F13-B103-F521F41E0A50