100 yıl önce, Dünyaya meydan okuyarak kurduğumuz Cumhuriyetimiz, yeni yaşını kutluyor. Yüz yıl dile kolay. İçeride ve dışarıda bunca hain ile içeride ve dışarıda bunca cahil ile mücadele ede ede bu günlere geldi. Kıymetini bilmeyenler onu eleştirdi durdu. Dil uzatma ve sataşmalar hiç bitmedi… Aslında nedeni çok basitti; çarkı ve düzeni bozulan cahiller, kula kul olma sevdalıları hazmedemiyordu Cumhuriyeti… Alışmışlardı iki dudak arasından çıkacak emirlere… Değerlerden çok çıkarlar önde olmalıydı… Kendi küçük çıkarları ve küçük hesapları, dahi beyinlerden çıkacak olağanüstü fikirleri anlayamazlardı… Karanlık ve yokluk tek çıkar yol zannediyorlardı… İlmin, aklın, medeniyetin ışığı, karanlık zihinler için en korkunç hikâyeydi…

    Okusalar anlayacaklardı, bilhassa cahil bırakıldılar, okusalar anlayacaklardı gerçekleri… İlk emri oku olan Kuranı bile başkalarından öğrenmeye çalışıyorlardı… Sonra harf inkılabı gelince bir gecede cahil olduk lakırdısını dillere dolamaya çekinmediler. Sormaktan korkuyorlardı. Nüfusun yüzde kaçı okuma yazma biliyordu. Yardanın mesajı ne idi… Yok gerek yok aslında! Falan efendi bize okuyup anlatıyor ve hatta üflüyor da… Ne gerek vardı düzenin bozulmasına? O okusun bize anlatsın.

    Üretim seferberliği başlamıştı memlekette… İğneden ipliğe her şeyi dışarıdan almak yerine, Anadolu’nun bağrından yükseliyordu fabrika bacaları… Uçak üretmeye başlamıştı yurdum insanı. Ne gerek vardı Cumhuriyete, hem bunlar Cumhuriyetin nimeti miydi? Nasıl olsa daha ucuz maliyetle sözde dostlarımız bize bunları temin ederdi.

    Bu kutlama öğle böyle değil; Cumhuriyetin değerini bilen insanlar için apayrı bir anlam ifade ediyor. Ona saldıranlar olsa da… Onu yıpratmak, ortadan kaldırmak isteyenler olsa da; biz ona sımsıkı sahip çıkacağız. O biz Atatürk’ten emanettir. Bu meşaleyi gelecek nesillere taşımak boynumuzun borcudur.

    Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında, bizlere iletilen en önemli mesajı sizlerle bir daha paylaşmak istiyorum.

    ‘’ Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

   Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

   Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’’

Mustafa Kemal Atatürk