Her toplumun, geçmişinden miras kalan manevi değerler, o toplumun kültürel kimliğini şekillendirir. Anadolu, bu manevi liderlerle doludur. Bunların başında da “HARPUT EVLİYALARI” olarak şöhret bulmuş olanlar yer almaktadır. XI. yüzyıldan başlayarak 20. yüzyılın sonlarına kadar yaşayan bu uluların isimleri yazılacak olsa sayfalarca tutar. Harput, eskiden bir sancak olup çok geniş bir coğrafyayı kapsadığı için, sadece Harput değil, ona bağlı eski yerleşim yerlerini buna dahil ettiğimizde büyük bir yekûn tutacaktır.

Elbette Harput’u bugünkü haliyle düşünmek büyük bir hata olacaktır. Anadolu’da ilk Türk başkentlerinden olan Harput’un kadim bir saray kültürüne sahip olduğunu biliyoruz. İlk başkent, ilk yerleşim yeri olmak kolay olmasa gerektir. Tarih öncesi zamanlardan kalma Harput Kalesi, destansı bir harekât ile fethedilmiştir. Kaledeki yapılara yenileri eklenerek daha da geliştirilmiştir. Fetih ile birlikte başlayan tasavvufi hareketlerin merkezinde Harput Kalesi’nin olduğu muhakkaktır. Ancak, kalede bunun izlerine rastlanmış mıdır? Cami ile yetinilmiş olması bile Horasan Alperenlerinin çalışmalarına işaret etmektedir. Artukluların başkenti Harput’un nasıl bir vazife üstlendiğini düşünmek zor değildir. Sürekli olarak doğudan, güneyden ve kuzeyden gelen göçlerin batıya sevk edilmesi gibi müstesna bir görev yaptığı anlaşılmaktadır. Sadece bu sebep bile ELÂZIĞ (HARPUT)’un “TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR BAŞKENTİ” olması için tek başına yeterli bir nedendir. Anadolu’nun batısında doğudan gelen göçlerle ve sonrasında yapılan fetihlerle Türkleşmesi, Harput’un önemini daha da artırmıştır.

Harput, fethedildiğinde, burada yaşayan yerli nüfusa hiçbir şekilde müdahale etmeyen Türkler, onları inançlarında ve geleneklerinde serbest bırakmış ve asırlarca birlikte bir huzur adası halinde yaşamışlardır. Bu yaşanmışlığın izlerini bugün bile görmek mümkünüdür. Tehcir ile Harput’ta yaşayan herkes büyük acılar çekmiştir. Bu acıların izlerini romanlarda, hikâyelerde ve hatta musikide bulmak mümkünüdür. “TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR BAŞKENTİ” olmak için Harput ve Harput sevdalılarının da arzusu olacağı bilinmektedir. Türk irfanı ile yoğrulan bu topraklarda yaşayanların mazileri, ölüleri, dirileri, sanat eserleri ve uluları ile her daim birlikte yaşamaktadır. Bu geleneğin daha kuvvetlendirilmesi için Türk dünyasının ufak bir ilgisinin sebep olduğu gelişmeleri “HAZAR ŞİİR AKŞAMLARI” ile açıkça görmekteyiz. Her yıl daha görkemli bir şekilde yapılmasını bütün bir Harput coğrafyasında yaşayan herkes arzu etmektedir. Sivil bir inisiyatif tarafından başlatılan faaliyet, bir kar topu gibi bütün Türk dünyasına kısa zamanda yayıldı. Hatta neredeyse bütün Anadolu şehirlerinde benzer faaliyetlerin yapılmasına öncü oldu.

Harput’ta mazinin bir hatırası olan tasavvufi geleneğin izlerini sadece türbelerde ya da mezarlarda aramak yeterli değildir. Bütün Harput coğrafyasında, hatta Harput coğrafyasından başlayarak İstanbul’a ve Balkanlara kadar kolayca takip edilebilir. Harput, kesintisiz bir şekilde Anadolu’daki tasavvufi faaliyetlerin merkezlerinden olmuştur.

Evet, Harput, tarihi boyunca tasavvufun önemli bir merkezi olmuştur. Özellikle XIII. yüzyıldan itibaren, Harput, Anadolu'nun tasavvufî geleneklerinin önemli yerleşim alanlarından biri haline gelmiştir. Burada pek çok önemli mutasavvıf ve alim yetişmiş, derviş dergâhları ve zaviyeler kurulmuştur. Bu dönemde Harput, tasavvufun yayılmasında ve halk arasında yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamıştır.

Harput’taki tasavvufî etki, sadece dini ve manevi hayatla sınırlı kalmamış, aynı zamanda kültürel ve sosyal yapıyı da etkilemiştir. Tasavvuf, burada halkın günlük hayatına, sanatına, musikisine, tarım faaliyetlerine ve edebi zevklerini de tesir etmiştir. Harput’un, özellikle Dede Korkut gibi halk edebiyatı ve tasavvufî düşünceyi harmanlayan önemli şahsiyetlere ev sahipliği yapmış olması, bu mirası daha da değerli kılmaktadır. Ayrıca Harput’ta pek çok tarihi cami, türbe ve medrese de bu tasavvufî mirası yansıtan yapılar arasında yer alır.

Bu yönüyle Harput, sadece bir kültür ve tarih merkezi değil, aynı zamanda manevi hayatın da beşiği olarak Anadolu'nun tasavvufî derinliğini simgeleyen önemli bir yerleşim yeridir.

Harput, tarih boyunca kültürel zenginliğiyle dikkat çeken bir şehir olmuştur. Bu şehir, yalnızca mimarisiyle değil, aynı zamanda içinde barındırdığı derin tasavvuf geleneği ve ilim hayatıyla da önemli bir yere sahiptir. Aralarında kuvvetli divan şairlerinin bulunduğu ve adına "Harput İrfanı" denilen hayat tarzının halen devam ettiği bu topraklar, edebiyatla tasavvufun harmanlandığı önemli bir kültür merkezi olmuştur.

"Harput İrfanı", sadece bir düşünce ya da felsefi bir akım olmanın ötesine geçmiştir. Bu öğreti, bölgenin sosyal ve manevi dokusunu şekillendiren, insanları derin bir ahlaki ve manevi olgunluğa yönlendiren bir hayat biçimidir. Harput’ta yaşayan alimler ve mutasavvıflar, bu irfanı yaşatmış, halk arasında yayılmasını sağlamıştır. Şairler, aynı zamanda derin tasavvufi öğretileri ve insanın iç yolculuğunu konu alan eserleriyle bu irfanın taşınmasında önemli rol oynamıştır.

Harput'un divan şairleri, mistik bakış açılarıyla dönemin fikri hayatına büyük katkı sağlamış, şiirlerinde hem edebi hem de manevi bir derinlik arayışı içinde olmuşlardır. Bu şairlerin eserleri, sadece edebiyat dünyasına değil, aynı zamanda tasavvuf geleneğine de önemli izler bırakmıştır. Harput'un divan şairleri hem edebi hem de mistik bakış açılarıyla dönemin fikri hayatına katkı sağlamış, bu miras zamanla bölgenin kültürünü ve hayat tarzını biçimlendiren önemli bir öğretiye dönüşmüştür.

Bütün bu zenginlik ve derinlik, Harput’u yalnızca bir kültür başkenti yapmakla kalmaz; aynı zamanda, Türk irfanının kalbinin attığı bir yer haline getirir. Bu gelenek, bölgenin kimliğini oluşturan, halkın manevi hayatına yön veren bir öğreti olmuştur ve günümüzde de etkisini sürdürmektedir. Bu etkilerin en belirgin olanı da Harput musiki adı ile maruf Türk musikisinin icralarıdır. (Devam edecek.)