Elazığ’da sonbahar, her yıl yeniden yazılan bir şiirdir.
Güneş, Hazar Gölü’nün mavisinde yavaşça dinlenir; suyun yüzeyinde sararmış yaprakların dansı başlar.
Gölün kıyısına oturduğunuzda, sanki rüzgâr bile fısıldayarak konuşur. O fısıltıda hem geçmişin kokusu hem de yeni bir mevsimin vaadi vardır.
Harput’un taş sokakları bu mevsimde daha sessizdir. Asırlık çınarların dallarından süzülen yapraklar, tarihî surların önünde birer hatıra gibi savrulur.
Her taşın bir hikâyesi, her evin bir anısı vardır burada. Rüzgâr, bazen Harput Kalesi’nin eteklerinden geçerken eski zamanların ezgilerini taşır.
O ezgiler, şehrin kalbinde hâlâ yankılanan bir türkü gibidir.
Ve o türkü, çoğu zaman eski Elazığ bağlarını hatırlatır. O bereketli topraklarda bağ bozumu zamanı bir şenlikti eskiden.
Kadınlar ellerinde sepetlerle üzümleri toplar, çocuklar sevinçle koşardı. O günlerin kokusu hâlâ burnumda: taze üzüm, pestil, cevizli sucuk ve tandırın sıcak ekmeği...
Her şeyin tadı bir başka olurdu sonbaharda.
Bugün de Elazığ’da sonbahar geldiğinde, şehir bir sessizliğe bürünür ama bu sessizlik yorgun değil; bilge bir sükûnettir.
Keban Barajı’nın sularında akşam güneşi yanarken, Hazar Gölü’nün üstüne turuncu bir ışık düşer. Gökyüzü, maviyle kızıla karışır; sanki doğa bir dua eder gibi.
Elazığ’da sonbahar, sadece ağaçların yaprak dökümü değildir; insanın da içini yenileyen bir zamandır. Her sarı yaprak, geçmişten bir hatırayı, her rüzgâr esintisi bir umudu taşır.
Ve Harput’un tepesinden şehre baktığınızda, o manzara size fısıldar:
“Her mevsimin bir hikmeti vardır, ama en bilgesi sonbahardır.”
Sevgiyle kalın…