Marmaray’dan inince Cağaloğlu yokuşunu tırmanmanın zor olduğunu düşündüm. Metronun merdivenlerinin sayısının fazla olması da yürüme mesafesinin fazlalığı, sol dizimin sadakatsizliği, beni asansöre doğru sürükledi. Asansörün kapısının üzerindeki yazılarda hamile yaşlı ve çocuklu ailelerin öncelikli olduğunu belirten işaretler olmasına rağmen gençlerin daha fazla rağbet etmesi artık sıradan bir hal almıştı. Asansörü kullandığım zaman tramvayın Gülhane durağına gelip oradan bir durak sonra Sultanahmet durağında inecek ve Türk Edebiyatı Vakfı’na gidecektim. Türk Edebiyatı Vakfı, Eylül ayının başından haziran ayının sonuna kadar, her Çarşamba saat 17.00 başlayan sohbet toplantıları yapmaktadır. Bunu vakıf kurulduğu günden beri sürdürmektedir. Mücbir sebepler dışında elli seneden beri tekrarlanan bu toplantıların müdavimleri arasında yaşayanlar hâlâ vardır. İstanbul dışında olduğum zamanlar, gazetelerin, dergilerin sayfalarında sohbet konusu hakkında yazılan yazıları merakla araştırdığım konular arasındadır. Hâlâ öyle yapmaktayım. 

     Ağustos ayının ilk haftası İstanbul’da nemli inanılmaz bir sıcaklık var. Oturduğum yerde terleyen biriyim. Biraz yürüsem topuklarıma kadar terlerim. Asansörün yukarı doğru çıkarken ağzımda maske olduğu halde gözlerimi kapadım. Nefesimi asansör yukarı çıkıncaya kadar tuttum. Asansörün durduğunu kapısının açıldığını hissettiğim anda kendimi dışarı attığım gibi derin bir nefes almayı hakkettiğimi düşünerek alabildiğince soluklandım. Öyle yaptım. Yavaşça yürüyerek vakıfta yapılacak olan kitap takdim merasiminde kimlerin ne konuşabileceğini düşünmeye başladım. Vakıf Başkanı Serhat Kabaklı bana Azerbaycan Millî Meclis azası Ganire Paşayeva’nın yazdığı bir kitap hakkında takdim yapacağını ve gelip dinlememi istemişti. Bu yaz sıcağında kimi nasıl getirip salonu dolduracağız dedim. Telefon rehberini elime alıp İstanbul’daki arkadaşlarıma ulaştım. Bazılarına da telefonla haber yazdım. Serhat Bey de öyle yapmaya başladı. Ganire Paşayeva ismini çok duymuş, hatta bazı toplantılarda dinlemiştim. Aradan yıllar geçmişti. Karabağ, Ermenistan işgalindeydi. Ateşli bir konuşmacı olarak insanları etkiliyordu. Kendisini dinleyenlerin büyük bir hayranlıkla pür dikkat dinlediğine şahit olmuştum. Birkaç Tv kanallarında canlı yayınlarda muhataplarına hazır cevapları ikna edici üslubu karşısındakine fırsat vermeyen biri olarak görmüştüm. Haklılığına inandığı fikirlerini hiç korkmadan savunurken, Türk birliği yani Turan hayalini kurduğu cümleler ve şairane üslubu ile en şedid muarızlarını dahi susturuyordu. Şimdi de Türkiye’ye gelmiş ve şair Elmas (Almas) Yıldırım hakkında yazdığı kitabın takdimini yapacaktı. Vakıf binasında yapılacak olan toplantıya açıkçası heyecan duyarak katılmaya karar vermiş, bunun için de yakın arkadaşım Alpaslan Alpaslan’a açmış o da benim davetime icabet edeceğini söylemişti. Vakıfa biraz erkenden gitmiştim, Salon hazırlanmış, Türk Edebiyatı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni İmdat Avşar ilk defa gördüğüm boynundaki kravatı terli yüzü ile ve her zamanki cevvaliyeti ile çalışanlarla birlikte uğraşıp duruyordu. Benim gibi erkenden gelen misafirler arasında güney Azerbaycan’lı şair Huşeng Caferi de vardı. Huşeng Caferi ismini ve şiirlerini duymuştum. Ancak hayal ettiğim gibi biri yerine ufak tefek kırlaşmış saçları ile etrafı pür dikkat süzen bakışları ile boyunun kısalığını herkese unutturabiliyordu. Birkaç kelamdan sonra normal konuşması dahi şiir gibi cevaplar verince, adamın paçalarından bile şiir akıyor demekten kendimi alamadım. Şiirlerinin muhtevası tamamen dili üzerine Türklük üzerineydi. Coğrafi adları dahi terennüm ederken vatan sevgisi ile dolu olduğu harflerden bile belli oluyor. Ufak tefek bir insan ama şiiri okumaya başladı mı dev gibi bir olup çıkıveriyor. Allah’ım bunların sayısını artır demekten kendimi alamadım.

     Biraz sonra odaya biri daha geldi. Orta boylu hafif çekik gözlü beyazlamış burma bıyıkları ve düzgün İstanbul Türkçesi ile çelebi davranışlı biri... Özbekistan Yazarlar Birliği Başkanı Babahan Şerif’ti gelen. Özbekistan - Türkiye münasebetleri şairlerin edebiyatçıların durumları hakkında konuşurken kendisine Özbekistan hakkında ilk okuduğum kitap olan Taşkent’e Doğru isimli kitabı sorarak kitap hakkında bilgiler verdim. Azerbaycan Vatandaş Partisi Genel Başkanı Millî Meclis âzası Sabir Rüstemhanlı da odaya girenler arasına katıldı. Şerif Aydemir her zamanki sessizliğine ses tellerinden geçirdiği ameliyatı da ilave ederek bir köşede konuşmaları dinleyerek demleniyor, muhtemelen sonraki hikâyesine malzeme hazırlıyor gibi oturuyordu. Ömer Balıbey toplantıların müdavimi olarak bu sıcakta misafirleri karşılarken, kravatını hafifçe gevşetmek ihtiyacı hissettiğini belli ediyordu. Ceketi ve bütün vakarı ile misafirlerle ilgilenmekten imtina etmiyordu. Bir şair için yazılan bir kitabın takdim merasimi için bu sıcakta bu kadar değerli insanların bir araya gelmesi içimde gelecek ile ilgili ümitli hislerin kıpırdanmaya başladığını gördüm. Türk birliği niçin hayal olsun ki uğruna gençliğimizi, hayallerimizi verdiğimiz insanlar, şimdi aramızdalar. Aynı dili konuşuyoruz, ortak hayaller üzerinde fikirler söylüyoruz. Birbirimizin heyecanına heyecan katarak yapıyoruz. Buna elbette Türk Edebiyatı Vakfı vesile olmuştu. Elli senedir bu çatının altında konuşulanlar, yazılan makaleler, kitaplar hep bunun için değil miydi? Şimdi Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen hep birlikteyiz. Vakıf ocağının ateşinin sönmemesi için gayret gösterenlere ne mutlu.

     Bir milletvekili, bir şair için bir kitap yazmıştı. Ganire Paşayeva Azerbaycan’ın yetiştirdiği münevver bir hanımdır. Ziyalı bir hanımdır. Başkaca da kitapları vardır. Hepsi de Türk coğrafyası ve Türklük ülküsü için hareket edenleri konu alan eserlerdir. Sovyet zamanında çekilen çileleri, canları ve kanları ile millete hürriyet ülküsü kazandıran yazarlar, torunları tarafından unutulmamışlar ve şimdi de bunlardan Elmas (Almas) Yıldırım için yazılan kitabın takdimi yapılacaktı. İlk konuşmacı İmdat Avşar, Elmas (Almas) Yıldırım’ın hayatını anlatırken duygulu anların yaşanmasına vesile oldu. Bir insanın vatanından zorla koparılışı yüzyılın başlarında aç susuz bir şekilde dağları ırmakları aşarak aç biilaç yollarda evlatları ile birlikte çektiği zahmetler, insan olanın yüreğinde yağ bırakmayan bir hayat hikâyesi olarak zihinlere kazındı.

   Karanlıkta gözlerim dikilmiş ufuklara

   Bir fırtına sesi var, bulutlar gökte dal dal

   Açmış doğu bağrını sökecek şafaklara,

   Kop ey deli fırtına, râşeni gönlüme sal,

   İhtilâl istiyorum, mukaddes bir ihtilâl!..

   ***

  Doğan güneşle kopsun bir akın velvelesi,

  Görünsün kan köpüklü kısrakların yelesi,

  Bitsin esir Türklüğün, bitsin artık çilesi,

  Ne zincirli bir Kafkas, ne kan kusan bir Ural

  İhtilâl istiyorum, mukaddes bir ihtilâl!..

 ***

 Savrulsun ummanlara gövde, bacak, bilek, baş,

 Yere geçsin Kremlin, kalmasın taş üstünde taş,

 Hür insanlık uğrunda başlasın kutlu savaş,

 Vakit gelmiş ey zaman bir ölüm şarkısı çal

 İhtilâl istiyorum mukaddes bir ihtilâl!..

Bu şiirin Elmas (Almas) Yıldırım’ın şiiri olduğunu itiraf ediyorum ki bilmiyordum. Yetmişli yıllarda yaptığımız toplantıların bizi heyecana getiren dünya Türklüğü ile esir Türk illeri ile irtibatımızı sağlayan yegâne şiirdi. O yılları yaşayanlar bunu çok iyi hatırlarlar. Şiirin Atsız’a ait olduğunu düşünürdük. Bir daha itiraf ediyorum. Elmas (Almas) Yıldırım isminden çoğumuz habersizdik. Böyle bir şiirin yazarının ömrünün büyük bir bölümünü Elâzığ’da geçirmiş olması da benim için sonradan mahcubiyete vesile olacak bir bilgi olarak gönlümde yer alacaktı.

     Toplantının açış konuşmasını yapan Serhat Kabaklı, Yıldırım ile bilgi verirken Elâzığ’da bulunan Hazar Gölü ismi Atatürk tarafından şairin Hazar Denizi’ne duyduğu özlemi bir nebze gidermesi için Gölcük ismini Hazar’a çevirdiğini söyledi. Atatürk, şairi Elâzığ’a yerleştirmiş devlet memurluğu görevi vererek istihdam etmişti. Yıldırım, Elâzığ’ın çeşitli yerlerinde Nahiye müdürlüklerinde bulunmuştu. Malatya’da vefat etmiş ve burada defnedilmişti. Sonradan buradan bir yol geçmiş, şairin mezarı da kaldırılmıştı. Ancak, mezar taşı olmadığından nerede olduğunun bilinmiyor olması, şairin nasıl bir kaderinin olduğu ölümünde dahi peşini bırakmamıştı. Serhat Kabaklı, konuşması sırasında; 65 yıl önce Elâzığ’da arasında Atatürk Üniversitesi açılması için Elâzığ merkezine yakın 200 dönümlük bir arazinin halk tarafından hibe edildiğini ancak üniversitenin başka bir vilayetimizde açıldığını anlattı. “Şimdi bu arazi üzerinde Türkiye-Azerbaycan Üniversitesi açılmalı ve adı da Elmas Yıldırım olmalıdır” teklifi, büyük heyecan yarattı. Elmas Yıldırım böylece çok sevdiği Elâzığ topraklarında ebediyete kadar yaşayacaktır.

     Paris Akşamları isimli şiirde de aynen Elmas Yıldırım’ın kaderine benzer bir kader yaşayan Kırımlı şair Buğra Alpgiray da Kırım hasretini dile getiren şiirinde ifade etmektedir. 1947 yılında Sen Nehri kenarında bulunan bir cesedin cebinden çıkan şiir gençlik yıllarımızın unutulmaz şiirleri arasındaydı.

Bir karakış vakti SEN kıyısında

Kafamın içinde Türklük ülküsü

Ruhumu kavrayan Özyurt hasreti

Böyle göçeceğim ebediyete

Donmuş cesedimi bulup çöpçüler

Defnedilmek üzre götürecekler

Kimim ben ve neyim ne bilecekler.

Şiir böyle bitiyordu. Birinin cesedi Sen kıyısında donmuş olarak bulunuyor cebinden çıkan şiir, gecelerimizin hüzün ile birlikte esir Türk illeri için çırpınırken Elmas’ın şiiri ile de coştukça Türk ellerinin hürriyetine katkı sağlayacağımıza inanıyorduk.

     İmdat Avşar’ın Elmas (Almas) Yıldırım’ın hayatını anlattığı konuşması şairin göç ederken yaşadıkları karşısında insanın hayallerini zorlayan maceralar karşısında Hürriyet duygusunun ne kadar mühim olduğuna bir defa daha şahit olduk.

     Azerbaycan Vatandaş Partisi Genel Başkanı Millî Meclis azası şair ve yazar Sabir Rüstemhanlı da bir konuşma yaptı. Rüstemhanlı Türk dünyasının kalbinin Türkiye’de attığını Türk Edebiyatı Vakfı’nın da kurulduğu günden beri Ahmet Kabaklı’nın izini sürdüğünü takipçilerinin de bunu devam ettirdiğini ifade etti. Son Karabağ zaferinden sonra iki devlet arasındaki münasebetlerin her zamankinden daha fazla geliştiğini ve diğer Türk devletlerine de örnek teşkil ettiğini vurgulayan konuşması, dinleyiciler tarafından dikkatle takip edildi. Sabir Rüstemhanlı şair ve yazar olarak Azerbaycan’ın bağımsızlığında mühim bir yer işgal etmiştir. Meydanlar onun şiirleri ile coşmuş, Azerbaycan halkı onun şiirlerinden büyük ilham alırken, hürriyet önderleri onu kendilerine lider olarak görmüşlerdir. Sabir Bey’in ihatalı konuşması büyük takdir aldı.

     Son sözü Ganire Paşayeva aldı. İki gün evvel iki askerimizin Ermeniler tarafından şehit edildiğinin kısa zaman sonra buna sebep olanların Bayraktar İhaları tarafından yok edildiklerini müjdeleyerek başladığı konuşması sırasında Elâzığ’a ilgisinin, gezdiği bütün Türkiye Cumhuriyeti vilayetlerinden farklı olduğunu söyledi. Elâzığ Türkiye’deki Azerbaycan’dır. Elâzığ Azerbaycan’dan göç edenlerin yerleştiği müstesna coğrafyalardan biridir. Son asırlardaki Kafkas nüfus hareketleri Doğu Anadolu’da yerleşenlerin en yakın ve güvenli coğrafyası olarak biliniyor. Konuşmasında Elmas (Almas) Yıldırım’ın Elâzığ’a yerleşmesinin sebeplerini Atatürk’ün kendisini devlet memuru olarak burada istihdam etmesinin bu sempatiyi bütün Azerbaycan halkı biliyor demesi büyük alkış aldı. Paşayeva konuşmasında Elâzığ’da Türkiye-Azerbaycan Üniversitesi mutlaka kurulacaktır. Bunun için bütün gücümle çalışacağım. Bu üniversite aynı zamanda Elmas Yıldırım’ın da ruhunu şad edecektir.

     1991 yılından bu yana hürriyetlerine kavuşan Azerbaycan Türkü’nün münevveri ve halkı ile birlikte Türkiye sevdalısı olduklarını biliyoruz. Aynı şekilde Türkiye Türkleri de Azerbaycan sevdalısıdır. Gelecekteki Türk birliğine bu iki devletin öncülük edeceğine de inanıyorum. Ancak, hâlâ hangi Türkçe ile birbirimizi anlayacağımız konusunda fikir birliği ettiğimize karar verememiş gibiyiz. Ganire Hanım ve diğer konuşmacıların konuşmalarını ben ve yanımdakiler anladılar. Ancak, diğer dinleyicilerin bundan şikâyetçi olduklarına şahit oldum. Niçin İstanbul Türkçesi ile konuşmuyor ve yazmıyoruz? Bu soruya muhatap kimseyi bulamadım. İnanıyorum ki ilerde bu soru cevap bulursa birçok meseleyi hal etmiş olacağız.

     Uzun bir süreden beri ara verilen ‘Hazar Şiir Akşamları’ nın yeniden başlayacağının müjdesini veren Serhat Kabaklı Elmas (Almas) Yıldırım’ın kaybolan mezarına karşılık Hazar Gölü kıyısında uygun bir yere Anıt Mezar yapılacağını söylemesi vefa örneği olarak kayıtlara geçti.

     Bir Ağustos ayının sıcağında küçük salon ancak büyük fikirlerin üretildiği mekân Türk Edebiyatı Vakfı içimizi serinletti.

     04.08.2022 Sultanahmet / İstanbul