Bazı hadiseler vardır ki, binlerce yıl sonra bile ibret vesikası olacağı bilinse de yine de yaşanır mıydı bilinmez. İnsanlık, nice acının ve dersin üzerinden geçip giderken ya unutmakta ya da işine geldiği gibi yorumlamakta bir sakınca görmez.

M.Ö. 319 yılında, Yunanistan’ın kuzeybatısındaki Epir bölgesinde doğan Pyrrhos, yalnızca bir kral değil, aynı zamanda askeri dehasıyla da dönemin en önemli komutanlarından biriydi. Genç yaşta Epir tahtına oturan bu hırslı hükümdar, Makedonya, Roma ve Kartaca gibi büyük güçlerle amansız bir mücadeleye girişmiş, kimi zaman ittifaklar kurmuş, kimi zaman ise düşmanlarıyla kanlı çatışmalara girmiştir. Ne soyunun asaleti ne de krallığının büyüklüğü onu tarihe kazandırmıştır. Pyrrhos’un adı, bir zaferle birlikte anılır; ancak bu zafer, düşmanı mağlup etse de onun kendisini tüketmiştir: "Pirus Zaferi" dedikleri, akıl sır erdirilemeyen o yıkıcı savaşlar silsilesi işte budur.

M.Ö. 280 yılına gelindiğinde, güney İtalya topraklarında yankılanan kılıç sesleri tarihe damgasını vuracak bir savaşın habercisiydi. Roma Cumhuriyeti güçlenmeye başlarken, Epir Kralı Pyrrhos Batı’ya gözünü dikmişti. Tarentum’un çağrısı üzerine Roma’ya karşı sefere çıkan Pyrrhos, Yunan savaş geleneğini ve fil ordusunu ardına alarak gücünü göstermekten geri durmadı. Heraclea ve Asculum’daki zaferler, Pyrrhos’un askeri dehasını ortaya koymuştu; ancak bu zaferlerin ardında yatan gerçek, Pyrrhos’un tükenişini hızlandıran korkunç bir bedel içeriyordu.

Pyrrhos kazandıkça, askerleri yıpranıyor, müttefikleri zayıflıyor, ikmal yolları daralıyordu. Roma ise her yenilgiden sonra daha dirençli, daha güçlü geri dönüyordu. Pyrrhos’un, tarihe mal olmuş şu sözü, bir zaferin gerçek yüzünü tüm çıplaklığıyla sergiliyordu:
"Bir zafer daha kazanırsam, mahvolacağım."

Pirus Zaferi, işte bu cümlede gizlidir: Düşmanı bozguna uğratan bir komutanın, kendi tükenişini aynı anda yaşaması, kazanmanın bazen kaybetmekten çok daha büyük bir bedel taşımasıdır. Pyrrhos, bu gerçeği tarihe fısıldayan ilk isimdir.

Dünkü açıklamalara baktığımda, Pyrrhos’un o kadim sözü — “Bir zafer daha kazanırsam, mahvolacağım” — adeta tarihin mağaralarından çıkıp bugünün yüzüne tokat gibi çarptı. Silahları bırakacaklarmış… Ne garip, barışın adı var ama içi boş. Kılıç kınına girdiğinde, bu her zaman barış mı olur, yoksa yeni bir oyunun zarif(!) başlangıcı mı? Şimdi kelimelerle bir mücadele sürdürülüyor; fakat unutmayalım, kelimeler de bazen mermi gibidir; sessiz gelir, iz bırakmaz, ama derinlere saplanır. Bizse ortada zafer diye sunulan bu büyük sessizlikte ne kazandığımızı bilemiyoruz. Belki de zafer bizim değil, sadece yorgunlukla kamufle edilmiş yeni bir taktik adımıdır.

Yapılan açıklamalardan, pişmanlık duymadıkları anlaşılmaktadır. Pişman olmayan birinin silah bırakmasının anlamı var mıdır? Bu soruya verilecek cevap belki de kelimelerin kendisinden değil, o kelimelerin arkasındaki sessizliğin büyüklüğünden çıkar. Eğer pişmanlık yoksa, o zaman bir şeyler eksik demektir; zaferin gölgesinde kaybedilen bir şeyler daha var, ama bunlar dillendirilemiyor. Gerçekten silahları bırakmak, barışa bir adım mı, yoksa sadece daha sessiz bir savaşın hazırlığı mı? Bu sorunun cevabını bulmak, yalnızca kelimelerin içeriğiyle değil, o kelimelerin arkasındaki sessizliğin büyüklüğüyle mümkündür.

Peki, pişman olmayan birinin silah bırakmasının anlamı var mıdır? Eğer bir insan yaptıklarından pişmanlık duymuyorsa, silahları bırakması sadece bir stratejik hamle midir, yoksa daha derin bir anlam taşır mı? Bu soruyu sormak, sadece gözle görünen zaferi değil, arkasındaki görünmeyen mücadeleleri de anlamaya çalışmaktır. Belki de bu, Pyrrhos’un yaşadığı gibi, "zaferin" başka bir yüzüdür: Bir adım ileri gitmek için her şeyin geride bırakılması, ancak bu adımların her geçen gün daha da ağırlaşarak, mutlak hedefe kilitlenmektir. Görünen o ki, kendilerinin ürettikleri kavramları, kendi bakış açılarına göre yeniden şekillendirerek ve adına barış diyerek, topluma dayatmaya çalışmaktadırlar.

Savaşların her zaman ardında kaybolan hayatlar, boşa giden emekler ve en acısı ihanetler vardır. Tarihin her döneminde ister Türk tarihinde ister dünya tarihinin farklı köşelerinde olsun, bu acılar yaşanmıştır. Türk tarihinin bilinen ilk haklı ve heyecanlı bağımsızlık hareketinin lideri olarak kabul edilen Kürşad’ın mukaddes ihtilali, belki de yeniden yaşanır mı bilinmez. Ancak Batı tarihindeki bu meşhur örnek olan Pirus Zaferi üzerinden yapılan dünkü açıklama, bizi bir yerlere götürecek gibi görünüyor. Nereye götüreceği ise belirsizdir. Meçhullerin peşinden gitmenin, kimi zaman insanlara cazip geldiği doğrudur. Ancak bir devleti ve milleti bilinmezliğe sürüklemenin, tarih önündeki sorumluluğu ağırdır; bunu herkes bilir.