İnsanlığın geleceği üzerine düşünenler, her şeyden önce bir devletin varlığına olan ihtiyacı, sonra da devleti idare edecek olanlarda aranan özellikleri anlatmış, bu beklentiler üzerine eserler bırakmışlardır.

   Batıda, “Politika, İdeal Devlet Yönetimi”, İslâmî literatürde “Siyasetname, Vasiyetname” gibi isimler altındaki bu eserler, bugün de kıymetlerini ve kaynaklıklarını korumaktadırlar.

   Türk Edebiyatı’nın ilk yazılı siyasetnamesi diyebileceğimiz Orhun Âbideleri’nde (MS.732-735) Bilge Kağan’ın devleti idare edenlere öğütlerinden, İranlıların “Şahname-i Türkî” dedikleri Kutadgu Bilig’de Türk hükümdarlarına ideal devlet ve idare sistemiyle ilgili yapılan tavsiyelere kadar ortak hedef “Devlet-i Ebed Müddet”tir. Yani ülkenin bölünmez bütünlüğüdür.

   Kutadgu Bilig’de eserin içerik ve öneminden bahseden beyitte;

“Yine bil ki, bu kitap herkese yarar, fakat memleket ve şehirlerin idaresi için hükümdarlara daha faydalı olur.” diyerek devleti yönetenlere önemli nasihatlerde bulunur.

   Yaklaşık bundan 700 yıl önce, büyük İslam bilgini İbn-i Haldun’un “Mukaddime”sindeki  “Devlette hâkimiyetin uzun sürebilmesi için, adalete dayanması, zulüm ve baskıyı önlemesi gerekir. Aksi halde, hem sosyal hayat, hem de siyasal hayat inkıraza uğrar (yıkılır).” öğüdü itibar görmediği içindir ki, İslam dünyası bugün istenilen yerde değildir.

   Ülkede birlik-beraberlik, huzur ve refahın sağlanması için, aslında 700-1000 sene öncesinin eserlerine atıfta bulunmadan, bugünün gelişmiş ülkelerindeki yönetici niteliklerine, vatandaş-yönetici ilişkilerine, demokratik hakların eşit ve adil uygulamalarına bakmak yeterli olacaktır.

    Ancak amacımız, bizim de millî ve dinî kaynaklarımızın bu konudaki referanslarına yer vererek, tarihte hakikat olan bu örneklikleri bugünkü yöneticilerin dikkatlerine sunmaktır.

   Bugün Türkiye’de devlet idaresinde; vatandaşlar arasında adaletle hükmetmek, aç insanları doyurmak, kimsesizleri barındırmak, partisine, sosyal statüsüne, inancına, zümresine bakmadan, ötekileştirmeden, eşit davranmak ve kucaklayıcı olmak noktasında sıkıntıların yaşandığı açıktır.

   Türk devletini  “ yönetmek” gibi onurlu bir görevi yüklenmiş olan idareciler, aynı zamanda bu devleti “yaşatmak” gibi ağır mesuliyetleri olduğunun da idrakinde olmalıdırlar. Maalesef, devletin en ücra noktasında, idarede sorumluluk almış yöneticiden, en üst yöneticiye kadar “devleti yaşatmak”taki liyakat ve kararlılığımız arzu edilen düzeyde değildir.

   Devleti yaşatmak, günlük politik çıkar ve kaygılardan uzak topyekûn bir zihniyet değişimini zorunlu kılmaktadır. Aksi halde Namık Kemal’in;

“Memleket bitti, bitmedi hâlâ sen ben,

 Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen”

     Mısralarındaki ruh hâlinden kurtulma şansımız bulunmamaktadır.

    Devleti yaşatmak ülküsü, insanını sen-ben ayırımından uzak samimi bir duyguyla sevmeyi, adil ve hakkaniyetli davranmayı, hiçbir endişeye düşmeden adanmışlığı gerektirir.

   Güncel siyasetname veya vasiyetname yazmak niyetinde değiliz. Ülkede olan bitenler karşısında duyarlıklarımızın bizi götürdüğü noktadan, sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken, düne bakmak,  geleceği iyi okumak ve kararlı bir şekilde yürümek gerektiğini söylüyoruz.

   Milletçe üzerimize düşen görev, siyasetin ısınmaya başladığı bu günlerde ve yapılacak erken veya zamanında bir seçimde, “devleti yönetme ve yaşatma” noktasında liyakatli olduğuna inandığımız bir siyasî kadroya güç ve destek vermek olmalıdır.