Kahramanmaraş merkezli depremin sebep olduğu can ve mal kayıplarının ruhlarda yarattığı travma bütün ülkeyi derinden yaralamıştır.

   Bu acıları dindirmenin, yılları alacağı ve ancak vatandaşların göstereceği güçlü dayanışma iradesi ile devletin sürdüreceği ciddi, planlı çalışmaları sonucu hafifletilebileceği anlaşılmaktadır.

   Türkiye, “asrın felaketi” olarak nitelendirilen bu kıyameti yaşarken, bir yandan da devam eden devlet hayatının bir gereği olarak, 2023 yılında yapılacak olan seçimleri sağlıklı ve güvenli bir ortamda yapmak mecburiyeti ile karşı karşıyadır.

   Seçimlerin 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılacağı açıklanmışken, yaklaşık 1 yıldan beridir, “Tek adam rejimine karşı oldukları gerekçesiyle bir araya gelmiş olduklarını söyleyenMillet İttifakını oluşturan partiler arasında meydana gelen anlaşmazlık, şimdilik giderilmiş olduğu açıklansa da, siyaset zemininde derin bir sarsıntıya neden olmuştur.

   Yola devam kararı alınması; şüpheler, mevki kazanma hamleleri ve ayak oyunları üzerine kurulan birlikteliklerin uzun ömürlü olamayacağı gerçeğini değiştirmiyor.

   Bu olay, bizim nezdimizde siyasî partilerin ülkeye hizmet yolunda bir araç olduğu, bu aracın ancak sağlam ve ehil kadrolar idaresinde yol alabileceği gerçeğini bir kez daha göstermiştir.

   “Bozulan devlet çarkını aslî fonksiyonuna döndüreceklerini söyleyerek, demokrasiyi ve hukuku tam ve eksiksiz hâkim kılacakları “iddiasıyla bir araya gelenlerin, şahsî ve siyasî hırs ve ikbal uğruna (adaylık ve milletvekili paylaşımları) ağır suçlamalarla dağılma noktasına gelmeleri, bu partilere ümit bağlayan insanlarda hayal kırıklıklarına yol açmıştır.

   Türkiye’nin güçlü ve bağımsız bir ülke olarak dünya milletleri arasındaki onurlu yerini alması konusunda mücadele vererek, bedeller ödemiş samimi vatanseverlerden, bu harekete sempatiyle yaklaşanlar, sahnelenen ve kandırıldıkları hissini uyandıran bu senaryoları, bilmem kaçıncı kez seyretmek durumunda bırakılmışlardır.

   Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş nedenleri arasında sayılan ve Sultan Abdülhamid’e sunulan raporlardaki ifadesiyle “Kaht-ı Rical”in dibine kadar yaşandığı günlerden geçiyoruz.

   Kaht-ı Rical; “devlet adamı kıtlığı” anlamına gelmekte olup, önceki yazılarımdan birinde konu edindiğim Ömer Seyfettin’in “Pembe İncili Kaftan” hikâyesindeki “Muhsin Çelebi” örneğindeki devlet adamı eksikliğini karşılar.

   Yanlış plan ve projelerle, eksik, çalınmış ve bozuk malzemelerle yapılan binaların yol açtığı deprem felaketinin sonuçları taptaze ortadayken, aralarında “Devletin tekliği ve birliği” (Anayasanın ilk dört maddelerinin tartışılabileceği) konusunda şüpheli görüşleri ve açıklamaları bulunan liderlerin (partilerin) yer aldığı bir ittifaktan ülke adına hayırlı sonuçlar gelmeyeceği açıktır.

   Bozuk malzeme ile sağlam yapı kurmanın hayalden öte bir anlamı olmadığının bilincindeyim. Bütün olan bitene rağmen, en zor şartlarda bile, ümidi kaybetmemek gerektiğine inanan biri olarak, bir yandan depremin yol açtığı maddî-manevî zorluklar, bir yandan da siyasette sarsıntıların yaşandığı bu ortamda, ben milletin güçlü ferasetiyle (seziş, öngörü) bu sıkıntıları aşacağına olan inancımı korumak istiyorum.

   Güçlü ve ileri demokrasilerde muhalefetin de en az iktidarlar kadar, hatta ondan daha fazla etik değerlere sahip, liyakatli ve güven verici olmaları, o rejimlerin teminatıdır.

   Demokrasimizin en onarılmaz hastalığı olan “Hedefe varmak için her yolu mubah gören” Makyavelist anlayıştan vazgeçilmedikçe, millet olarak da bu zihniyetlere prim vermekten uzaklaşmadıkça, ülkenin huzura ve refaha ulaşması için daha çok beklemek zorunda kalacağımız unutulmamalıdır.

   Her şeye rağmen, zor zamanlarımızda ferahlamak ve güç almak için başvurduğumuz merhum M. Akif Ersoy’un mısralarında nefes bulalım:

                  Karşında ziya (ışık) yoksa sağından ya solundan,

                   Tek bir ışık olsun buluver…Kalma yolundan.

                   ….

                   Ye’s (ümitsizlik) öyle bataktır ki, düşersen boğulursun.

                    Ümmide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!...