Bazı insanlar kalemiyle doğar; mürekkebi henüz kurumamış çocukluk defterlerine yazdıklarıyla kaderlerini çizerler. Yücel Çakmak da işte o kalem çocuklardan biridir. Gazeteciliğe sevdalanması, bir çocuğun uçurtmasına rüzgâr araması gibidir; zamanla büyür, olgunlaşır ama içindeki rüzgâr hiç dinmez. O, şöhretin vitrinine değil; satır aralarında hakikatin izine göz diker. “Ben gazeteciyim” diye öne atılmaz; gazetecilik onun için öğrenilmesi gereken bir yolculuktur, son durağı olmayan bir mekteptir.
Anadolu’nun mütevazı evlatlarından biridir o. Harput’un taş sokaklarında yoğrulmuş, eline aldığı ilk gazeteyi koltuğunun altına sıkıştırıp sokağa fırlayan çocuk hâliyle hâlâ yüreğimizde yürür. O çocuk, yıllar sonra yaşadıklarını anlatırken gözleri parlıyor, sesi titriyorsa, bilin ki o sevda ilk günkü kadar canlıdır.
Ben onu önce gazetelerin haberlere ayrılmış köşelerinde tanıdım. Sonra, kalemini köşe yazılarına taşıdı. Yüz yüze hiç görüşmemiştik ama yazılarında öyle bir içtenlik vardı ki, sanki kırk yıllık bir dost oturmuş karşımda, bana Harput’tan bahsediyordu. Derken bir gün, elime Ahçik isimli romanı geçti. O günlerin zor şartları içinde bulur bulmaz okudum ve kitabı kütüphanemin en mahrem köşesine yerleştirdim. Sarı kapaklı Ahçik, bana her göz kırptığında elim ona gider, sayfalarını karıştırır, içimdeki anıları tazelerim. Bu, zamanla kendi iç ritüelime dönüştü.
Ahçik, sadece bir roman değildir. Harput’un taşına toprağına sinmiş, dillere düşmüş bir aşkın yankısıdır. Müslüman bir delikanlı ile Ermeni asıllı Ahçik’in kalpleri arasına örülen duvarlara rağmen büyüyen sevgisinin hikâyesidir. Bu aşkı dile getiren türkü, gönül telimizi titreten bir ezgidir:
Ahçik’i yolladım Urum eline
Eser bâd-ı sabâ zülfün teline
Aman o Ahçik, civan o Ahçik
Gel seni götürem İslam eline
Serimi sevdaya salan o Ahçik
Aman o Ahçik, civan o Ahçik
Roman, bu türkünün gerçek öyküsünü mü anlatır, yoksa bir efsanenin izini mi sürer? Bu sorunun cevabını en iyi Harputlular bilir. Zira o topraklarda, aşkın adı çoktur ama sesi birdir. Müslüman delikanlılarla gayrimüslim kızların kalplerinde çarpışan sevdaların izi hâlâ taş duvarlarda, türkü sözlerinde yaşamaktadır. Ahçik, işte bu yaşanmışlıklardan birinin yansımasıdır. Bildiğim kadarıyla, Harput civarında kaleme alınmış ilk ve tek romandır bu nitelikte.
Fakat romanın değeri yalnızca aşkta değildir. 1915 Tehcir Yasası’nın gölgesinde, Ahçik’in ailesi ve sevdalısı Mustafa'nın yollarına düşen ayrılık da romanın yüreğini oluşturur. Yücel Çakmak, burada bir gazeteciden fazlası olur; o, devrin tozlu arşivlerinde yürüyen bir tarih araştırmacısı, belgelerin arasından geçmişin nabzını tutan bir hafızadır. Harput’ta tehcire uğrayanların izini sürmüş, devletin zabıtlarını sabırla incelemiş ve bu trajedinin incelikli bir dökümünü romana yedirmiştir.
Ama ne yazık ki, bu kıymetli emeğin hak ettiği ilgiyi gördüğünü söylemek zor.
Sonra bir gün, İstanbul’da yollarımız kesişti. Her daim olmasa da ara sıra buluşur olduk. Bir buluşmada elinde Ahçik’in üçüncü baskısıyla çıkageldi. Kitabı uzattı, ben de sanki ilk kez okuyormuşum gibi tekrar sayfalarına daldım.
Buluşmalarımızın vazgeçilmez konusu Harput olurdu. Ya bir dost ziyaret edilir ya bir çorba eşliğinde eski hikâyeler yeniden pişirilirdi. Ahçik’in filminin çekileceğini söylemişlerdi; ne yazık ki sonra vazgeçilmiş. Ama Yücel’in gözlerinde hâlâ o umudu görürsünüz — sönmemiş bir köz gibi.
Bir gün, Elâzığ gazetelerinde gezinirken Ahçik ile ilgili bir habere rastladım. Lakin yazıda romandan tek kelimeyle bile söz edilmemişti. O an içim burkuldu. “Bu da Yücel’in kaderi,” dedim. Yazdığı hakikatin sessizce geçilip gidilmesi...
Yücel, sadece yazı yazmakla kalmaz; TURAN gazetesinde köşesini sürdürürken, bir yandan da Çayda Çıra adını verdiği kıymetli bir dergiyi çıkarır. Anadolu’nun kalbinden çıkan bu dergide kültür soluk alır. Ressamlarının çizgileri ise başka bir boyuttadır. Öylesine orijinal, öylesine ruh taşıyan çizimlerdir ki, benzeri ne İstanbul’da ne Ankara’da kolay kolay bulunmaz.
Yücel Çakmak’ın hikâyesi sadece bir gazetecinin meslek serüveni değil, aynı zamanda yaşadığı coğrafyanın hafızasını diri tutma çabasıdır. O, unutulmaya yüz tutmuş ne varsa, bir satırla yeniden canlandırmaya çalışan bir hafıza işçisidir. Her kelimesiyle Harput’un sokaklarını, taş duvarlarını, insanlarını hatırlatır. Ahçik, bu çabanın en dokunaklı meyvesidir.
Bugün, sarı kapaklı o roman kütüphanemin en sessiz köşesinde durur ama sessizliği yanıltıcıdır. Ne zaman elime alsam, Harput’un taş evlerinden bir kapı açılır, içeriye o eski türkü süzülür. Yücel’in kaleminden dökülen cümleler sadece bir hikâyeyi değil, bu toprakların çok katmanlı gerçeğini anlatır. Ahçik, romanı 3. Baskısı Bordo Yayınları. İletişim: [email protected]