Yaşadığımız kışın son aylarında Türkiye’yi esir alan kar yağışı ve ağır kış koşulları belediye hizmetlerinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gündeme getirdi. Daha önce “Sosyal Belediyecilik” ve “Akıllı Belediyecilik ve Akıllı Şehir” başlıkları ile yazdığım yazılarda;

·         Halka yakın olmalarından ötürü belediyelerin sosyal politika uygulamalarının önemli olduğuna,

·         İnsanların mutlu, huzurlu ve güvenli bir şekilde ve refah ortamında yaşamalarının sağlanmasına,

·         Böylece verilecek hizmetlerle daha iyi bir yaşam standardı oluşturulmasının hedeflenmesine,

·         Teknolojiyi daha etkin kullanarak dinamik ve etkin bir şehir vizyonu yaratılmasına,

·         Sonuç olarak, “insanı merkeze alan” bir belediyecilik anlayışına, değinmiştim…

Bütün bunların hayata geçirilmesi, halkın memnun ve mutlu edilmesi ancak ve ancak halkla bütünleşmek ve halkın sorunlarına dokunmakla mümkün olabilecektir. Bunun yolunun da ‘’Toplumcu Belediyecilik’’ anlayışı ve uygulamasından geçeceği görüşündeyiz.

Sosyal belediyeciliğin yoğun bir biçimde uygulandığı 19’uncu yüzyıl belediyeciliğini incelediğimizde; 1890-1940 yılları arasında İngiltere’de belediye iktisadî girişimleri oluşturulduğunu, gaz, su, ulaşım, aydınlatma, sağlık vb. kuruluşlarla halka hizmet verildiğini görmekteyiz. Buna benzer olarak İtalya’da belediye konutları, ekmek fabrikası, balık pazarı gibi örnekler uygulanmıştır. Diğer ülkelerde ise, halka sosyal yardım birimleri, çocuk ve yaşlılara sübvansiyonlar, kreşler, burslar, halk sağlığı kuruluşlarından oluşan örnekler yer almaktadır. Ülkemizde ise1970’li yıllarda yoğun bir şekilde halka dokunan belediyeciliğe tanık olmaktayız.

Onlarca yıl önce dünyamızda yapılan bu uygulamaların günümüzde daha iyi ve farklı boyutlarda niye bizim yapamadığımızı sorgulamamız gerekir. Bu nedenle özellikle sosyal içerikli projelerin hayata geçirilmesine öncelik verilmesini arzu ediyoruz. Bunun ilk adımı olarak, kadınların meslek sahibi olmalarını ve ekonomik hayata katılımlarının sağlanması için kurs ve etkinlikler düzenlenmesi, kırsal arazilerin tarıma açılması ve tarımsal üretimin halka ulaştırılmasıgibi örnekleri gösterebiliriz.

Bütün bunların dışında önemli bir eksikliğimiz bugüne kadar şehrimizi yeteri kadar tanıtamamış olmamızdır. Ne yazıktır ki, sahip olduğumuz ancak değerini bir türlü anlayamadığımız tarihî ve kültürel zenginliğimizi değerlendirme becerisini gösteremedik. İlgililerin bu fırsatı ne zaman kullanacaklarını doğrusu merak ediyoruz. Oysa, marifet bu hazineye sahip olmak değildir. Önemli olan bu varlıklarımızı ülkeye ve dünyaya tanıtmak ve bu değerler üzerinden kendimize katma değer yaratmaktır. Bu nedenle Harput’un ‘UNESCO sürecinin’ bir fırsat olarak değerlendirilmesini, sanat ve kültür içerikli etkinliklerle şehrimizin tanıtımına öncelik verilmesini arzu ediyoruz.

Kaynakça:

(*) S.Sezgin – Canbulut T. / Toplumcu Belediyecilik (Sayfa 27)