Kimden nasıl neşet ettiyse ‘doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’ deyişinin bir atasözü gibi kullanıldığı aşikârdır. İşine gelenin bir atasözümüz der ki diye başlayarak sohbetine methal teşkil ettirdiği de olur. Doğru söyleyeni kim, niçin bir köyden değil hem de dokuz köyden kovar? Asıl olan bunları anlamak gerektiği hakkında kimse bir fikir ileri sürmez. İnsanları bile bile yalan söylemeye zorlamak veya doğru bildiğini saklayarak hakikatlerin hilafında olmayı, hangi vicdan niçin istesin?

  Türk Dil Kurumu bu atasözü ile ilgili şu ifadeyi kullanmaktadır. Menfaatlerini düşünen riyakâr insanların bulunduğu yerlerde doğruyu söyleyenlerin sevilmediğini ifade eder. Doğru söyleyenler böyle yerlerde istenmez kişi olurlar. Cemiyetin ekseriyeti riyakâr mı oldu? Riyakârlığın bazı yerlerde büyük menfaat sağladığı doğrudur. Saraylarda kralların sultanların çevrelerinde istihdam edilen dalkavukların yaptıkları da tam bu değil miydi? Riyakârların yüzünden devletlerin battığı da görülmüştür. İsteyen araştırarak kendi tarihimizden de bu riyakârların örneklerini bulabilir. Doğru insanlar sevilmedikçe, cemiyet nasıl felâha, huzura, adâlete, salâha erecek?

  Ya “görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyerek üç maymunu oynayanlar da acaba onuncu köye gitmek istemediklerinden mi böyle bir uygulamayı kullanmaktadırlar? Belki de öyledir. Geçici çıkarların sağladığı heveslerin yıktıklarının altında hevesleri uğruna doğrulardan kaçanların da kaldığını söylemeye gerek var mı?

  Bütün mukaddesatların tekmili doğruluktan bahseder. İnsanın doğru olması ile cemiyet de aynı istikamette gelişir. Bütün dinî kitaplar, tahrif edilmiş olanlar da dahil doğru olmayı öğütler. Pagan dinler de doğruluktan ayrılmayın diye telkinlerde bulunur. Yalan söz sadece savaşta düşmana karşı söylenir. Bütün söylenenleri unutmuş gibi sanki savaştaymışız gibi karşımızdaki düşman ile savaşıyor muşuz gibi yalan söyleyerek aldatmayı marifet sanmayı, acaba insan nereden ve nasıl öğrendi?

  Kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen insanların sayısı bu sayede hızla artmaktadır. Fedakârlığın da aynı zamanda azalacağı böyle ortamlarda diğerkâmlık da ortadan kalkar. Bundan sonra hile, yalan ve hırsızlık meşru olarak görülmeye, bunları kim daha çok yaparsa “gemisini yürüten kaptan” olarak görülerek kendisine methiyeler düzülür. Nemelazımcılık başını alıp giderken, artarak devam eden ahlaksızlığın kaynağı olarak cemiyeti kemiren kurt olur. Doğru sözlü olmak, söyledikleri ile yaptıkları arasında tutarlık olan kişidir. Hesapları tutmayan kim olursa olsun doğru olmaktan ayrılmazsa, cemiyet sağlıklı bünyeye sahip olur.

  Doğru davranışları ile ahlâksızlık üzerine kurulan çıkarların kime ait olduğunun bir önemi yoktur. Sözünü doğrudan yana sarf edenlerin varlığı cemiyet için büyük bir kazançtır. Çıkar peşinde olanların revaçta olmasıyla millet istikbali ve hatta istiklali tehlike altındadır. Doğru sözlülerin sayısının azalması veya doğru söyleyenlerin ötelenerek cemiyet dışına itilmesinin, cemiyetimizde artarak devam ettiğinin varlığı gün gibi aşikârdır.

  Her şeye rağmen doğru sözü söylemekten yana tavrını değiştirmeyenlerin varlığı bir nimettir. Bilenlerin bildiklerini kendilerine saklamasının bir faydasının olmayacağına göre, doğru olanların ifade edilmesi doğruluğun şiarındandır. Bütün muhalif rüzgârlara rağmen doğru söyleyenlerin varlığı oldukça, umutların artmasına kapı aralanmaktadır. Bütün gayesini iyilik üzerine inşa edenlerin geçici hevesleri de olmaz. Doğru söylemekten vaz geçmezler. Onuncu köye kovulacağını bilse bile. “Doğru duvar yıkılmaz” diyen bir geleneğin ahfadıyız. Sonucu ne olursa olsun doğru söyleyip doğru düşünenler uzak hedeflerin avcılarıdır. Söyleyecek sözü olanların doğru bildiklerini kimsenin etkisi altında kalmadan hedefine varacak olan sözünün kime gideceğini hesap etmez. Her insan aynı kıymettedir. Makamı, şöhreti ve varlığı sözün hedefinden sapmasını engellemez.

  Değerlerin bozulduğunu ifade edenlerin varlığı yeni değildir. Tarihin ilk yazılı belgelerinden günümüze kadar gelen bütün kayıtlarda doğru olmanın erdemi üzerinde durulurken, bozulan cemiyet hayatının sebepleri arasında doğru sözlülerin sözlerine itibar edilmemesini göstermişlerdir. Sözlerinin dinlenmediğinden şikâyet edenlerin susmanın daha doğru olduğunu düşünmelerine rağmen kendilerine doğru sözleri söylemenin gönülleri tarafından zorlandığını ifade ederek sığınacak bir mekân aradıkları da doğrudur.

Söylesem tesiri yok, söylemesem gönül razı değil

Çektiğim alamı bir ben bilirim bir Allah bilir.

  Gönlünün tesiri ile söyleyip rahatlayanlar sonlarının ne olacağını düşünmeyenlerdir. Rivayet edilir ki IV. Murat devrin büyük şairi Nef’î ‘yi hem sevmekte hem de artık hiciv şiirlerini yazmaktan vaz geçmesini istemektedir. Birkaç sefer söz vermesine rağmen gönlündekini diline aktararak tekrar hiciv şiirlerini söylemiştir. Devrin ileri gelenleri hakkında söylediği şiirler sonrasında IV. Murat Nef’î’yi bir çuvala koydurarak denize atmıştır. Bir rivayete göre Siham-ı Kaza (Kaza Okları) isimli eserini yazdığı sırada yanına yıldırım düşmesi uğursuzluk olarak görülmüştür. Bu esnada bu beyti söylediği veya kendisinden sonra biri tarafından söylendiği iddia edilmektedir.

Gökten nazire düştü sihamı kazasına

Nef’î kendi diliyle düştü hakkın belasına

  Beş padişah görmesine rağmen övdüğü tek padişah olan IV. Murat tarafından denize attırılarak boğdurulması onuncu köyden de daha beter denizin dibini boylaması gönlündeki doğruları söylerken sonunu düşünmediğinin bir örneğidir. Nef’î gibi bir akıbeti hiç kimse arzu etmez.  Nef’î devrinin kötülük yaptıklarına emin oldukları için şiirleriyle hicvetmiştir. Devlet idarecileri cemiyetin her zaman gözünün önündedirler. Yanlışları kabahatleri daha çabuk görülür. Nef’î de bildiğince doğruları ifade etmiştir. Sonunun böyle olacağını bilip bilmediğini bilmiyoruz. Sonunu düşünseydi Nef’î olmazdı. Doğruları söyleyenlerin itibar peşinde olmadıkları da bilinir. Ancak, doğruları söyleyenlerin kıymet derecesi cemiyetin istikbaline delalet ettiğini akıldan çıkarmamak lazımdır.