Bizim en büyük eksiğimiz, maalesef ‘Kendimizi sorgulamıyoruz…’ Kusur veya kabahatleri sürekli karşımızda arıyoruz! Kendimize toz kondurmuyoruz.

Hz. Mevlana ne diyorlar;

“Ey Can! Kazandıkça bölüşemiyorsan elini sorgula! Konuştukça kırıcı oluyorsan dilini sorgula!

Dindarlaştıkça insanlıktan çıkıyorsan dinini sorgula! Yürüdükçe menzilden uzaklaşıyorsan yolunu sorgula! Adaletsizliği gördükçe haklıdan yana olamıyorsan yönünü sorgula! Sevildikçe vefasızlaşıyorsan gönlünü sorgula! Hangi halde olursan ol, sonunu sorgula!..”

Özetle, “Ne oldum, Ne olacağım…” de! İnancımız bizlere, “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” diyor. “Allah’dan kork…” hitabı sürekli kulaklarımızda yankılanmalı. Her kim zerre kadar şer işlemişse, onu görecektir…” Hesabını verecektir.

Akif’in şiiri, o kadar berrak ki; Asrı, asırları tarife yeter bu şiir!

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;/ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem

Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!

--Boğamazsın ki!/  --Hiç olmazsa yanımdan kovarım/ Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam/  Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam/  Doğduğumdan beridir âşıkım istiklale,

Bana hiç tasmalık etmiş değil beyaz lale!/  Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!/ Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!/  Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!/  Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…

İrticaın şu sizin lehçede manası bu mu?”

Hz. Mevlana ne diyorlar; “Mazlum ol… Zalim olma… Üzül de, üzen olma… Mahşerde hesap zordur; Ezil de, Ezen olma…” İnancımız, “Ne zulmediniz, Ne de zulme uğrayınız!” diyor.

Zulüm, ‘yanan ateştir…’ Tarih boyunca zulüm, “kendi sarayını yakmıştır…” Helak olan milletlerin akıbetlerini düşünürüm!

Bir söz vardır, O söz ruhuma kadar işler… “Nefsini yak, kül ol…/  İyilik yap; gül ol…/  Allah’a dön; kul ol…” Bütün marifet nedir? Allah’a, layık-ı veçhile kul olabilmektir.

Kur’an onlara, “Takva Sahipleri…” diyor. En fazla, ‘korunanlar…’ o takva sahipleri.

Sahabe ’nin çok sade bir yaşantısı vardır. Aynı derecede, mütevazıdırlar. Kibir ve Öfke asla yoktur.

Hz. Ebubekir ilk hutbesinde şöyle der; “En iyiniz olmadığım halde başınıza getirildim. Yanlış yaparsam beni neyle düzeltirsiniz?” Öyle bir cevap yükselir ki, “Seni kılıcımızla düzeltiriz…”

Hz. Ebubekir, derin bir nefes alır; Allah’a şükrederler. Kuranla, ‘amel etmek…’ Kuran’ı yaşamak!

Güçlü ve hakiki toplum budur.

Hz. Ali (kv.) ne diyorlar; “İncittiğin bir kimseden samimiyet, aldattığın bir kimseden vefa, Kendisine su-i zanda bulunduğun, kimseden de nasihat bekleme…”

Saf Suresi 4 ayette şöyle buyrulur, “Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş. Bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever”

Hani nerede, “bir binanın taşları gibi…” kenetlenme! Hani! Nerede o ruh…

Arif Nihat Asya bir şiirinde şöyle dua eder; “Kara gündeysek, ufka nurundan/  Doğsun artık fecirler Allah’ım!/ Rahmetinden dolup dolup taşsın/  Dışlar, içler, kabirler Allah’ım!”

Taha Suresi 25-26 ayette şöyle buyrulur; “Rabbim! Gönlüme ferahlık ver.” “Ve işimi bana kolaylaştır.”

Biraz izan diyoruz; Akif, “Aldanma insanların samimiyetine! / Menfaatleri gelir her şeyden önce…/ Vaat etmeseydi Allah cenneti; O’na bile etmezlerdi secde!...”

Ayet, “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”

Ayet, “Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”

Hayatımız ve onun bizlere tanzim ettiğimiz sorumluluk; o kadar ağır ki?

“zerre kadar hayrın da, zerre kadar şerrin de karşılığını karşılığını…” düşünerek her adımımızı dikkatle, rikkatle, ihlasla atmak durumundayız.