İdeolojik tartışmalardan ülkenin esas meselelerini konuşmaya fırsat bulamıyoruz. Bu ülkenin çok ciddi sorunları var. Küçük bir kesimin dışında kimse hayatından memnun değil. Gençler işsiz, birazcık eğitimi olan kendini yurt dışına atmaya, ekmeğini dışarıda aramaya çalışıyor. Kamuoyu araştırmalarında, Batı’ya gitmek isteyen gençlerin oranı yüzde 70’leri, yüzde 80’leri buluyor. Ekonomik kriz, herkesi şu veya bu ölçüde etkiledi. Adalete güven yerlerde sürünüyor, eleştirilerinde biraz ileri giden kendini mahkeme önünde buluyor. 25-30 yaşına gelmiş gençler hala anne ve babalarından harçlık dileniyor. Bunun bir genç için nasıl onur kırıcı bir durum olduğunu anlatmaya gerek var mı?

Kimseye garezimiz, düşmanlığımız yok. Yazılarımız, sözlerimiz millete tercüman olmak içindir. Elbette düşüncelerinize, fikirlerinize iştirak etmeyenler olacaktır. Buna da saygı duymak, demokrasinin bir icabı olarak görmek gerekir. Lakin fikirlerimizi beğenmemek başkadır, bunu hakaret boyutuna taşımak başkadır. İşte bir türlü kuramadığımız denge budur. İnsanlar eğer dağarcıklarında söyleyecek sözleri, savunacakları fikirleri yoksa hakaret ederler. Kötü söz aslında cehaletin bir ilanıdır.

Bugün Türkiye bir göçmen ülkesi oldu. Resmi kayıtlara göre ülkemizde 5.5 milyon Suriyeli var. Şimdi yeni bir mülteci akını daha bekleniyor,Taliban’dan kaçan binlerce insan İran’ı boydan boya geçip Türkiye’ye sığınıyor. İktidar, bu göçü, ensar/muhacirin kavramları ile meşrulaştırmaya çalışıyor. Bilerek veya bilmeyerek bu kavramları siyasetine alet ederek kirletiyor. Muhacirin, bir dini, bir inancı yaşamak için hicret etmişti. Onları hicrete mecbur eden müşriklerdi. Oysa Afganistan’da Müslüman Müslümandan kaçıyor.  Asıl üzerinde kafa yormamız gereken  budur!

Taliban, Selefi/Vehhabi bir din algısına sahip. Selefilik, çağla kavgalı, Ortaçağ’ın yaşam biçimini din sanan, çatışmacı, ihtilafçı, fırkacı, sadece kendi anlayışını İslam kabul eden bir din anlayışı. Her göç dalgası ile birlikte bu din anlayışı da Türkiye’ye taşınıyor. Bu ülkenin kucaklayıcı, kuşatıcı din anlayışına radikal, kabileci bir din aşısı vuruluyor. Suriye ve Afganistan’ın hastalıkları, çelişkileri bu coğrafyaya ihraç ediliyor.

Bu göç dalgasından memnun olanlar da var. Bunlar, bu ülkede Millet/ulus gerçeğini yıkıp kabileleşmenin yolunu açmadan amaçlarına ulaşamayacaklarını bilen çevreler. Dertleri, din veya din kardeşliği değil, dertleri milli devleti yıkarak bu coğrafyayı etnik  topluluklar havuzuna çevirmek, Anadolu’da sadece Türkler yok şu kadar etnik grup var diyerek bu ülkeyi kanıyla, canıyla sulayanları bu coğrafyanın sahipliğinden uzaklaştırmak. Özerkleşmenin, eyaletleşmenin  yolunu açmak.

Almanya, ilk Türk işçilerini 1961 yılında almaya başladı, bugün resmi olmayan rakamlara göre bu ülkede 3 milyon Türk var. Bunların bir kısmı orada doğan ikinci -üçüncü kuşak nesiller. Onları çıkardığınız zaman Almanya’nın 60 yılda Türkiye’den aldığı işçi sayısı- kaçak gidenlerle birlikte- bir milyon. Türkiye ise 10 yılda 5.5 milyon Suriyeli, son birkaç yılda ise bir milyon Afgan göçmen aldı. Daha 2-3 milyon da bekleniyor. Bu Türkiye nüfusunun yüzde 10’u demek. Türkiye’nin bunları istihdam edecek Almanya gibi iş alanları da yok. Bu göç almak değil, sorun almaktır. Gençlerimizi Suriyeli ve Afganlılarla iş rekabetine sokmaktır. Hiçbir yönetim, ülkesini bu kadar ağır bir yükün altına sokmaz.

Saray iktidarı, AB’nin birkaç milyar Euroluk rüşveti için Türkiye’yi bir mülteci ülkesine çeviriyor. Milletin sırtına onlarca yıl taşımak zorunda kalacağı bir yük yüklüyor. Bu doğru bir politika değil. Pakistan zamanında Afgan göçmenlere kapılarını açtı, şehirlerin varoşlarında Afgan mahalleleri oluştu, şimdi güvenlik güçleri o mahallelere giremiyor. Türkiye, aynı hataya düşmemeli, gelenler sınırda karşılanmalı, kamplarda muhafaza edilip, şartları oluşur oluşmaz ülkelerine  gönderilmelidir.