En zor işlerden biri dini meseleleri tartışmaktır. Bu alan adeta tartışmaya, eleştiriye kapalı bir alandır.

Tarikat ve cemaatler de öyledir. Bunların hepsini aynı kefeye koymak nasıl yanlışsa, eleştiri dışı bırakmak da aynı şekilde yanlıştır.

İnsanın olduğu her yerde fazilet de rezilet de vardır. Kimse bundan azade değildir. Enes KARA'nın intiharı vesilesiyle bu eleştiriye kapalı alan bir defa daha gündeme geldi. Bazıları kulağının üstüne yatmayı tercih ederken, diğer bazıları biraz da -dinle problemli olmanın- verdiği tepki ile tam da bu camianın istediği bir reaksiyon gösterdiler. Bu gibi hallerde küfür kılıcının nasıl kınından çıkarıldığını gerçi hiç kınına girmedi ki- nasıl her söz söyleyeni biçtiğini biliyoruz.

Gencecik bir çocuk inançsız olduğunu söyleyerek intihar etti, hem de dini eğitim verdiğini söyleyen bir grubun elindeyken.

Bu çocuğun dini eğitim verdiğini söyleyen bir kurumda inancını kaybetmesi, ölüme sürüklenmesini hiç konuşmayacak mıyız? Dindar bir ailenin çocuğuyken dine tepkili hale gelmesini hiç mi merak etmeyeceğiz?

Yıllardır kendine tarikat süsü veren grupların birçoğu hep bu eleştirilmezlik zırhından istifade ettiler. Bazıları din yolunda yürüdü, bazıları birer siyasi veya ticari tarikat oldular.  İstisnalar dışında dindarlaşmada, ahlakileşmede çok az rol oynadılar. AKP iktidarı ile birlikte de mevzilerini terk ederek dünyevileşip, dönüştüler.

Sorgulanacak o kadar çok şey var ki…

Bu ülkede dini eğitim hiç bir zaman ahlak merkezli olmadı. Oysa İslam'ın hedefi ahlaklı insan, ahlaklı toplum, ahlaklı yönetimdir. Bizde din eğitimi, namaz- oruç gibi ibadetler etrafında döner, asla ahlakiliği ön plana çıkarmaz. Namaz-oruç gibi ibadetler her türlü cürümü, ahlaksızlığı silen bir silgi gibi görülür. Onun için de ibadet edenlerle toplumsal ahlak arasında biri çoğalınca ötekini eksilten ters bir orantı olmaz. İbadet edenlerin artması, ahlaksızlığı azaltmaz. 

İman bir gönül işidir, Enes KARA örneği zorun imanı nasıl çürüttüğünü gösteren önemli bir örnektir. Özgür seçim imkânının olmadığı yerde hakiki bir imandan söz edilemez. İnsanın sadece dine ihtiyacı yok, başka ihtiyaçları da var. Dinlenmek, eğlenmek, gezmek, tozmak, konuşmak, yemek, içmek, çalışmak gibi. Bütün bu ihtiyaçları göz ardı ederek hayatı sadece dinden ibaret görmek dini de hayatı da anlayamamaktır.

Bazı partiler, cemaatler mensuplarını birer robot gibi yetiştiriyorlar. Sadece itaati öğretmek robotlaştırmaktır. İnsan birçok ihtiyaçtan mürekkep bir varlıktır. Bu dengeyi gözetmemek tıpkı Enes KARA örneğinde olduğu gibi insanı kaybetmektir.

Usul asıldan önemlidir. Doğru yöntemlerle öğretilmeyen bir din, dindar insan üretmez. Deizm artıyor, niçin? Çünkü din, ticaretin veya siyasetin bir aracı haline getirildi. İnsan fıtratının kustuğu din işte bu dindir. Kenarda köşede şöhretten kaçan Allah'a adanmış nice gönül erbabı vardır. Onları tenzih ederim ama ne zamandır camiler siyasi vaizler ve vaizcilerle dolduruldu. Hutbeler içimizdeki çatlakları büyütmekten başka işe yaramıyor.

Enes’in intiharı münferit bir vaka denilerek kenara atılamamalıdır. Aynı tecrübeleri yaşayan her genç intihar etmiyor, ama birçoğunun ruhunda onarılmaz yaralar açılıyor, dini eğitim adı altındaki kötü uygulamalara karşı dine karşı soğukluk başlıyor. Ruhunun hapsedildiğini düşünüyor, okulunu bitirince zincirlerinden boşalmış gibi sağa sola savruluyor. Hâlbuki İslam ne diyordu? Zorlaştırmayın kolaylaştırın, korkutmayın müjdeleyin... Biz ne yapıyoruz? Hem korkutuyor, hem zorlaştırıyoruz. Onca dini yapıya rağmen hiç dindarlaşamıyor, ahlaklı toplum olma yolunda bir santim bile mesafe alamıyorsak sebebi budur. Enes KARA örneğinde olduğu gibi din eğitimi, çocukları boğan bir kement haline getirilmemelidir. Dine boğmak, insanları dinden kaçırmaktır.