Cumhuriyet Başsavcısı Behiç ŞAHİN Elazığ’dan ayrılırken, Medya Mensupları’yla bir araya geldiği toplantıda bir veda konuşması yapmıştı…
Elazığ’a gelirken “doğuya gidiyoruz” psikolojisiyle gözyaşı döken eşinin, bu kez çok sevdiği Elazığ’dan ayrılacağı için ağladığını ifâde eden Başsavcı ŞAHİN; Elazığ’ın kıymetinin bilinmesi gerektiğini öğütlüyordu herkese…
Özellikle de o dönem terörün kol gezdiği bölgeden can kaygısıyla göç edenlerin her gün biraz daha arttığı bir ortamda; Elazığ’ın “Serhat Şehri” misâli duruş sergilediğini, düşmemesi / düşürülmemesi gerektiğini anlatıyordu.
Alâlade biri değildi ki bu ifâdelerin sâhibi, gerek Devletin Başsavcısı olarak, gerekse karakter olarak hepimizin büyük güven duyduğu bir şahsiyetti Sayın Behiç ŞAHİN…
***
Sonra “Çözüm Süreci” denilen bir dönemi yaşadık hep birlikte…
Hiç ihtimâl dahi vermediğimiz, kabul edilemez gelişmelere şâhit olduk.
Bakmayın siz bugün bekadan bahsedenlere, o günlerde bizim var gücümüzle karşı çıktığımız şekilde çözüm sürecine karşı çıkan, yüksek sesle itiraz eden kaç kişi ya da kurum vardı şu memlekette?
Heyetler hâlinde, hemen her hafta kameralara gülücükler saçarak tekneyle İmralı’ya Bebek Katili’ni ziyârete giden, sonra da aldıkları talimatlara ilişkin olarak topluma sözde demokratik mesajlar veren HDP’lileri özenle ekranlara taşıyanları unuttuk mu sanıyorsunuz?
Güneydoğu’da valilerin talimatıyla hareket eden güvenlik güçlerinin eli-kolu bağlı şekilde olan biteni izlemek zorunda kalırken, bırakın tutuklamayı teröristlere dokunamadıklarını?
“Ne Mutlu Türküm Diyene!” ifâdesinin köşe bucak her yerden silindiğini?
TC İbâresi’nin bankalar dâhil her kurum ve kuruluşun tabelâsından kaldırıldığını?
“Akiller” diye Anadolu’ya gönderilen sözde aydınların, Elazığ’da bizim suya sabuna dokunmayan, hele millîyet mefhumunu hiç önemsemeyen STK’larımızla yaptıkları toplantıda kimlere ne tâlimatlar yağdırdıklarını?
Neticede Habur rezaletiyle başlayan, Dolmabahçe Mutabakatı’yla sona erdirilen, Şehit Aileleri’nin ve Gaziler’in rencide edildikleri “çözüm” sürecini unuttuk mu sanıyorsunuz?
***
“Çözüm” diye başlatılan ve “çözülme”ye dönüşen sürecin onulmaz yaralarını sarmak için uygulanan politikanın tam tersi bir strateji izlenmeye başladı sonradan…
Ama “çözülme” sürecinde yüz bulan, şımartılan, geçmişte düşman ayağının basmadığı, günümüzde huzur adası diye adlandırılan, Cumhuriyet Başsavcısı Behiç ŞAHİN’in “Serhat Şehri” misâli duruş sergilediğini, düşmemesi / düşürülmemesi gerektiğini vurguladığı Elazığ’ı hedefe koyacak kadar cüret kazanan teröristlerin, Elazığ Emniyet Müdürlüğü Binası’nı bombalamasına şâhit olduk hepimiz!
O gün yaşananlar esnasında önce ülke, sonra tüm dünya bir kez daha gördü ki; Terörizm’in amaçları arasında yer aldığı gibi sindirilmeye, korkutulmaya çalışılan Elazığlı, canı pahasına ikinci bir patlamanın olabileceğini vs aklına bile getirmeden yıkılan binaya yaralı evlatlarını kurtarmaya, kan bağışında bulunmak için de hastanelere koştu…
Elazığ’a gelen ya da Ankara’dan gündemi değerlendiren devletin zirvesindekiler de muhalefetteki siyâsîler de baktık ki “Elazığ’ın konumundan, stratejik öneminden” bahsediyorlar!..
Cumhuriyet Başsavcısı Behiç ŞAHİN’in yıllar önce “kıymetinin bilinmesini istediği” Elazığ’ı tarif ediyorlar!
***
18 Ağustos 2016 Tarihi; Elazığ Emniyet Müdürlüğü Binası’na bomba yüklü araçla saldırı sonucu 3 Şehit, 237 Yaralı, yaklaşık 500 kişinin araç, bina vs muhtelif zararlar gördüğü bilançosuyla birlikte, özellikle “Elazığ’a saldırı” olarak kazındı hafızalara…
Sonra TOKİ’nin sıradan bir arsaymış gibi yeni bir Emniyet Müdürlüğü Binası yapımı karşılığında talep ettiği alana karşılık, olay henüz sıcakken Medya Analiz adlı Televizyon Programı’mızda bu alanın ticarî  düşünceyle değerlendirilmemesi gerektiğini anlattık topluma!
“Şehitlerimizin anısına saygı duyulmasını” istedik…
O zamanki adı “STAR” olan bugünkü “Ayrıntı” Gazetesi ile Millîyetçi STK’lar Birliği adı altında birkaç Millî Kurum ve Kuruluş dışında hiç kimsenin sesi bile çıkmadı, umurlarına dahi gelmedi kimsenin?
Hatta ismi bizde saklı bir “İktidar milletvekilimiz”; “Boşuna uğraşmayın TOKİ Başkanı ile görüştüm, o arsa TOKİ’nin mülkiyetine geçti bile!” ifâdesiyle, toplumun arzusunu gerçekleştirmek için çaba sarfedeceğine aksine davrandı, üstelik şevkimizi kırdı!
Vazgeçmedik, Bakan Bülent TÜFENKÇİ’nin taahhütünü defalarca ekranlara getirdik, arsada kendiliğinden biten “kırmızı renkteki 3 gonca gül”e de, konuyu haberleştiren bir iki gazeteyle birlikte dikkât çektik, kamuoyu oluşturmaya gayret ettik!
***
Medya Analiz Programımız’da alana şehitlerimiz için devasa bir anıt yapılabileceğini dile getirdik, ayrıca “MiniaTürk” benzeri bir uygulama ile Elazığ ve tüm İlçeleri’nin söz gelimi; Keban’ın Baraj, Palu’nun Kale, Sivrice’nin HazarBaba Dağı ve Hazar Gölü, Karakoçan’ın Golan Kaplıcaları, Maden’in Saat Kulesi ve Tarihî Hükûmet Konağı, Ağın’ın Kaya Mezarları, Baskil’in Kanyonları, Alacakaya’nın Mermer Yatakları, Arıcak’ın Ters Lale  vb. ile sembolize edilebileceği bir park yapımını önerdik!..
Aradan 2 yıl geçti, kamuoyunun arzusu ve baskısı, 2018 Seçimleri’ne bir gün kala Emniyet Binası arsasının siyâsîler tarafından seçim malzemesi olarak kullanılmasına ve alanın alelacele “Millet Bahçesi” adıyla düzenlenmesi kararı alınmasına yol açtı!
Bugün bakıyoruz da adı “Millet Bahçesi” ama ne millet var, ne de bahçeye benziyor?
“Devasa” olmasından vazgeçtik sembolik bir anıt olmadığı gibi, şehitlerimizin isimleri bile yok?
“Elazığ Millet Bahçesi’nin bitkisel kompozisyon karakteri 3 Şehidin anısına, 3 ağaç türü ile temsil edilmiştir” notu var, ne demekse?
En acısı da 18 Ağustos’un 6. Yıl Dönümü’nde formalite bir tören bile düzenlenmedi; “Unutulmayacak” denilen şehitlerimizdi unutulan?
Sosyal Medya üzerinden yapılan paylaşımlarla yetinildi o kadar, var mıydı Millet Bahçesi’ne bir uğrayan?