Geçtiğimiz günlerde iki güzel adamı kaybettik. Önce Sami Baba bu dünyadaki misafirliğini bitirerek gerçek vatana iltica etti. Ardından Ruhi Bilen Hoca…

İkisiyle de bir yakınlığımız vardı. İkisi de bizden bir önceki kuşağın renkli simalarıydı.

Sami Baba ile arada görüşür, halleşir, bazen de ortak dostlar, arkadaşlar vasıtasıyla haberleşirdik. Müsekkin gibi bir adamdı, sakin kişiliği ile yanına gelenleri sakinleştiren, dinlendiren bir kişiliğe sahipti. Ağır başlıydı, 12 Eylül döneminde birçok arkadaşımızın davalarına şahsi ilişkileri ile müdahale etmiş, yardımcı olmuştu. O dönemin o kadar çok gizli kahramanı var ki, umarım bir kalem erbabı çıkıp o günlerin kenarda köşede kalmış, nisyana terk edilmiş, gizli kahramanlarını karanlıktan aydınlığa çıkarır.

Sami baba ile ölmeden birkaç gün önce Ahmet Uygur bey ile birlikte üçlü bir yemek yeme kararı almıştık, ne yazık ki seyahate çıktığım için bu mümkün olmadı, o ebedi vatana gitti, ben borçlu kaldım.

Yemek planımız da onun şahsıma gösterdiği bir sevgi ve dostlukla ilgiliydi. Malum seçim dönemine giriyoruz. Elazığ'dan milletvekili adayı olmak isteyen ortak bir tanıdık, Sami Baba'yı aramış desteğini talep etmişti. Sami Baba lafı eğip bükmeden, ‘’Kusura bakma, aday olursa benim desteğim İrfan Sönmez’edir’’ demişti. Bunu duyduğumda insanın insanı sattığı bir dönemde, dostluğu, mertliği, açık sözlülüğü karşısında çok etkilenmiştim. Hem diğer şahısla daha yakındı, hem de ben adayım veya beni destekle dememiştim ama o kişiliğinin gereğini yapmıştı. Teşekkür için bir yemek yiyelim dedik olmadı, ölüm onu aramızdan alıp götürdü.

Ruhi Hoca da tıpkı Sami Baba gibi bu güzide şehrin seçkin simalarından biriydi. Yaşı otuzun üzerinde olup da onu tanımayan yoktur herhalde. Bizim kuşağın renkli ve saygın simalarından biriydi. İyi bir futbolcu, eğitimci, aile babasıydı. Uzun hocalığı döneminde binlerce öğrenci yetiştirdi. Rahleyi tedrisinden geçenlerin onunla ilgili anlattıklarından yüzlerce sayfalık kitaplar çıkar. Biz de hoca öğrenci ilişkisinin her zaman eğlenceli, matrak bir tarafı olmuştur. Ruhi Hoca’yla da ilgili birçok hikâye anlatılır.

Hocayı gıyaben tanıyordum, methini çok duymuştum. Üç yıl kadar önce bir gün avukatlık büroma çıkageldi. Saygı ve hürmetle karşıladım. Kendisini tanıtmak istedi, fırsat vermedim, tanıdığımı söyledim. Basit bir davası vardı, anlattı, nasıl çözülebileceğine dair kendisine bilgi verdim. Dava açmak gerekiyordu, anlattım. Beni dikkatle dinledikten sonra vekalet ücretini sordu. ‘’Hocam sizin ücretiniz ödendi” dedim. Şaşırdı, “Nasıl ödendi?” Dedi. “Hocam, siz bu ülkeye yüzlerce, binlerce öğrenci yetiştirdiniz, hizmet ettiniz. Sizin ücretiniz böyle ödendi” dedim. Çok mütehassıs oldu, gözleri doldu, davasını aldık ama hocamız hayattayken neticelendiremedik. Halbuki ne kadar da istiyordu. Sonunda uzun süre boğuştuğu amansız hastalık onu da aramızdan alıp götürdü.

Elazığ, iki güzel insanını, rengini, sembolünü kaybetti. Giderek tükeniyoruz. Bizim kuşağın şöhretleri bir bir aramızdan ayrılıyor. Onları böyle öldükten sonra hatırlamak iyi ama daha iyi olan insanları hayattayken hatırlamak, taşıdıkları değeri kendilerine göstermektir. Böyle öldükten sonra yazıp çizmek biraz eksik geliyor insana. Sesinizi, kelimelerinizi onların da duymasını istiyorsunuz ama duyuramıyorsunuz. Ruhları şad olsun, ikisine de rahmet diliyorum. Her şeyi bitiren ölüm var, sevdiklerimiz aramızdan çekildikçe bunca boğuşma, bunca ihtirasın ne kadar manasız olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.  Yahya Kemal'in dediği gibi:

‘’Ölmek kaderde var bize ürküntü vermiyor,

Lakin vatandan ayrılışın ıstırabı zor.’’