“Ya Rabbi!... Bu ne geçmez zaman, bu nasıl uzun saniyeler. Duvarların üzerimize ne zaman yıkılacağını, tavanların ne zaman üzerimize çökeceğini beklemekten başka yapılacak bir şeyin olmadığı anlar…”

   24 Ocak 2020 tarihinde merkez üssü Sivrice olan Elazığ depremini “ YÜREĞİM HAZAR’DA KALDI” kitabımda bu cümlelerle anlatmıştım.

   Devamında, “Tarifi imkânsız bir sarsıntı ile artık –İşte kıyamet- dedirten bir savrulma yaşıyorduk. Olanca yüksek sesimizle benim ve eşimin –salavat- seslerimiz birbirine karışıyordu.”

   Üç yıl önceki depreme göre, 6 Şubat 2023 Pazartesi sabahı yaşadığımız depremi anlatmakta, hakikaten sözlerin yetersiz, felaketin büyüklüğünü ifadede kelimelerin anlamsız kaldığını söyleyebilirim.

   Saatler, günler geçtikçe, ortaya çıkan yıkıntının boyutları karşısında “Kıyameti bir kez daha yaşadık.” mı desem, yoksa “Ben ölümü gördüm, bize dokundu, geçti.” mi desem bilemiyorum.

   Büyük bedeller ödeyerek “vatan” yaptığımız bu coğrafyanın, bize bahşettiği Cenabı Allah’ın sonsuz nimetleri yanında, geçmişten bugüne bize yaşattığı büyük can ve mal kayıplarına sebep olan yıkım ve belaları “Coğrafya kaderdir.” sözünün âdeta hükmünü icra ettiği (gereğini uyguladığı) günler olarak yaşıyoruz.

   Komşumuz Malatya’dan Diyarbakır’a, Adıyaman’ımızdan Hatay’ımıza, Kahramanmaraş’ımıza, Gaziantep’imize, Şanlıurfa’mızdan Adana, Osmaniye ve Kilis’imize kadar yitip giden kardeşlerimizin geride bıraktığı yanan yürekler kadar, bizim de yüreklerimiz yangın yeri…

   “Ateş düştüğü yeri yakar.” sözünün böylesi bir günde çok da bir anlamı kalmamıştır. Türkiye’nin tamamına ateş düşmüş, tamamı yanıyor.

   Âfette hayatını kaybetmiş bütün kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralı olarak kurtulanlarımıza acil şifalar diliyorum. Yakınlarına ve bütün milletimize metanet, sabır ve başsağlığı temenni ediyorum.

   Felaket anlarında Türk milletinin gösterdiği güç birliği ve dayanışmanın destansı örneklerine bugünlerde çokça tanıklık ediyoruz. Bu güzel birliklerin sadece felaket günleri ile sınırlı kalmaması en büyük dileğimizdir.

   Yardım eli uzatan, yetişemeyip kalpleriyle orada olan, dualarını esirgemeyen bütün vatandaşlarımıza şükran borçluyuz.

   Depremin ilk dakikalarından beri bölgede bulunan arama-kurtarma ekiplerine, güvenlik güçlerimize ve askerimize, gönüllü gruplara, kamu kurumlarımızın yetkililerine ve görevlilerine ne kadar teşekkür etsek azdır.

   İlk günden beri, durumumuzu merak edip soran, geçmiş olsun dileklerini ileten bütün akraba, dost ve arkadaşlara da minnettarlığımızı bildiriyorum.

   Depremin bir doğal âfet olduğunun, bundan kaçmanın mümkün olmadığının hepimiz bilincindeyiz. Ancak deprem kuşağı üzerinde yaşadığı halde, deprem bilinci oluşmuş, can ve mal kaybını en aza indirebilmiş ülkeleri örnek almamızın vakti geçmektedir.

   Temennimiz, çok pahalıya mal olan bu uyarıyı ciddi, bilimsel denetimin tavizsiz uygulandığı bir yapılaşmayı vakit kaybetmeden gerçekleştirebilmektir.

   Müdahaledeki yetersizlikler, depremin geniş bir alanda meydana gelmiş olması ile izah edilmeye çalışılsa da, güçlerin birleştirilmesinde ve organizasyonunda büyük eksikliklerin olduğu açıkça görülmektedir.

   Kanal 23 ve Kanal Fırat’ın yayınlarına ayrı ayrı katılarak, meydana gelen deprem ve Elazığ’da olabilecek depremlerle ilgili görüşlerini paylaşan kıymetli hemşehrimiz Prof. Dr. Naci Görür Bey’in, “Elazığ’da yakında bir deprem tehlikesi olmadığını” söylemesi bizi rahatlattı. Çünkü bilindiği gibi Naci Bey, yaşanmış depremlerle ilgili öngörüleri yüksek, konusundaki otoritesiyle güvenilir bir ilim adamıdır.

   Naci Bey’i dinlerken, Elazığ’a olan büyük sevgisini ve özlemini derinden hissettim. Elazığlı yöneticilerin, seçilmişlerin, kanaat önderlerinin ve Sivil Toplum Kuruluş Temsilcilerinin ilgisizliğinden yakınması da manidar ve üzücüydü. 

  Deprem ve doğal felaketler karşısında alınacak önlemler kadar, belki de ondan daha önemlisi, milletin acılarına rağmen, kamplaştırıcı ve kutuplaştırıcı dili terk etmeyenlerin bir zihniyet dönüşümüne tabi tutulmalarının kaçınılmaz olduğu gerçeğidir.