Siyasetin emrine giren bir din, din olmaktan çıkarak siyasi bir projeye dönüşür.  İslam dünyası bu problemini çözemediği için bir türlü kurumlaşmış bir siyasi mekanizma oluşturamamıştır. Bunda hukuka bağlı kalmak istemeyen, ülkeyi kişisel arzularına göre yönetmek isteyen yöneticilerin de büyük payı olmuştur. Hukuku bir nevi pranga olarak gördükleri için kamu hukukunun gelişmesini engellemişlerdir.

Tek sorumlu yöneticiler değildir elbette. İslam'ın adamı olmak yerine Sarayların adamı olan din adamlarının da büyük sorumluluğu vardır. Onun için Gazali; "Sultan'ın fesadı ulemadan, ulemanın fesadı makam ve menfaat kaygısındandır" demiştir.

Ne yazık ki, aradan asırlar geçmesine rağmen çok değişen bir şey olmadı. Siyasete boğulan din anlayışının bu milletin başına açtığı son bela 15 Temmuz ihanetidir. Cemaatten örgüte evrilen FETÖ kalkışmasının maliyeti ikiyüz elli şehit, üç bine yakın gazi olmuştur. Ama asıl maliyet, din ve dini kurumlarla ilgili yarattığı güvensizlik ve Türkiye'nin süratle demokrasiden uzaklaşmasıdır. 15 Temmuz bir anda bütün dini yapıları şüpheli konumuna getirmiş, bir güven odağı olması gereken dini yapıları -uzaklaşılması, yanına yaklaşılmaması - gereken oluşumlar haline getirmiştir.

Gönül isterdi ki, bu tip olaylardan ders alınsın, ama ufukta böyle bir tedbir ve temkin dikkati gözükmüyor. Devletin kolektif yapılar arasında paylaştırılmasının sonu her kolektifin bulunduğu alanı ele geçirmesi ve kendinleştirmesidir. Oysa devlet milletin tüzel kişiliği ve tamamının temsilcisidir. Parti, cemaat, tarikat veya aile devleti olmaz, milletin devleti olur.

Mensubu olmakla şeref duyduğumuz İslam'ın nasıl siyasete yem edildiğini anlamak için Cuma vaazlarına bakmak kâfi. Hutbeler, vaazlar din ve ahlak telkini yapmıyor. Hâlbuki en çok buna ihtiyacımız var. Daha çok hâkim olan politik yapının ihtiyaçlarına göre söylemler üretip, siyasetlerini meşrulaştırma faaliyeti yapıyor. Ekonomik kriz varsa fakirlik yüceltiliyor, oy kaybı ve çözülme varsa itaat ve bağlılık kutsallaştırılıyor. Pahalılık varsa sabretmenin fazileti anlatılıyor. Parti siyasetine din elbisesi giydirilerek dini duyguları güçlü ama bilgisi yetersiz insanlar aldatılıyor. Aldatmayı yasaklayan bir din, bir siyasî pazarlama ve iğfal aracı haline getiriliyor.

Geçen gün Süleyman Soylu, partisinin icraatlarını savunurken ,"bize yaptıran Allah'tır," dedi. Allah kimseyi bir şeye icbar etmez, o kullarına doğru yolu göstermiş, iradeleri ile baş başa bırakmıştır. Her işi Allah'ın yaptırdığı yerde, sorumluluk da olmaz. Bu, tarihte sapkın bir mezhep olarak bilinen Cebriyecilerin görüşüdür. Emeviler de saltanatlarını savunurlarken; "bizim bu göreve gelmemiz kaderdir, kadere karşı gelmek Allah’a karşı gelmektir," demişlerdi. Bu mantık, eleştiriyi, tenkidi, muhalefeti Allah'a karşı gelmek gibi görür. Hâlbuki yapan- eden insandır. İnsana ait fiilleri Allah'a isnat etmek ona bühtandır. Nitekim Emeviler, saltanatlarını kadere ve Allah'a bağlıyor diyenlere Hasan-ı Basri hazretleri,"Allah düşmanları yalan söylüyorlar,"diyecektir. Herkes kendi fiilinin failidir. Siyasetin el attığı din, işte böyle bağlamından koparılarak ikbal aracı haline getiriliyor. Din birilerinin malı ve silahı olunca da ötekiler kolayca din dışı ilan edilebiliyor.

Kuran'ı siyasi ve ideolojik bir metin gibi görmek, onun bütün manevi içeriğini boşaltıp kupkuru bir metin haline getirmektir. Neo Selefiler ile dini siyasete alet edenlerin yaptıkları budur.  Camiler particilik yapılacak alanlar değildir. Müftülerden, vaizlerden daha dikkatli olmalarını bekliyoruz. Din adamı saygısını dine bağlılıktan alır. Din kisvesinde siyaset o saygıyı bitirir. Parti uleması değil, Hakkın, hakikatin uleması olunmalıdır. Unutmayalım ki, bugün deizm yayılıyorsa bu biraz da kürsüleri, minberleri siyasetin emrine veren din adamlarının eseridir. Onlar din adına politika yaptıkça insanlar camiden, cemaatten, dinden kaçıyor.