Bundan birkaç yıl önce dostlarım Oktay Eran ve Mustafa Balaban ile inceleme olanağı bulduğum Tadım ya da Venk Manastırı’nın mimari özellikleri, yapının eski bir yapı olduğunu ve büyük olasılık Roma İmparatorluğu döneminden kaldığını gösteriyor.

Eski metinlere göre de önce Hulvenk’teki (Şahinkaya Köyü) Surp Kevork Manastırı’nda kurulmuş olan Harput Başpiskoposluğu sonradan buraya yani Tadem (Tadım Köyü) Surp Asdvadzadzin Manastırı’na taşınmış ve burası Hristiyanlar için kutsal ve önemli bir yer olarak görülmüş.

20. yy. başlarına değin çevresindeki dokuz köyün bağlı olduğu manastır Surp Asdvadzadzin kilisesinden oluşmaktadır. Yapı, yonca planlı serbest taşıyıcısız bir kare biçiminde olup, kubbe kasnağı ve kubbesi, güney yönünde de yapıya bitişik ancak ondan bağımsız bir odası ve bu odanın güneyinde bir penceresi bulunmaktadır.

Yapının duvarları moloz taş örgülü olup dışta ve içte beyaz sıva ile kaplıdır. Kemerlerin duvarı kestiği yerlerde (16 adet), testi formlu toprak kaplar duvara harçla gömülüdür. Giriş kapısında, pencerelerde, nişlerde, kemerlerde, yan duvarları kesen taşıyıcı payelerde düzgün kesme taşlar kullanılmıştır. Kubbesi tuğla örgüdür.

Duvarlarda yalın haç motifli haçkarlar, çokgen nişler ve bir vaftiz nişi görülmektedir. Doğu duvarının iki yanında bir çan kulesi iki hücre bölge vardır. Yapının iç ölçüleri 3.95x4.15 m, jamadun ise 6.65x6.90 m’dir.

Manastır, Elazığ kent merkezine yalnızca 5-6 km uzaklıkta, yalnız (Yalavuz) köyünün Venk Mahallesi’ndedir. Bulunduğu yer, Harput ovasına tamamıyla hâkim bir yer olup, güneydoğuda da Hazar gölünü çevreleyen dağların tam karşısındadır.

Yalnızca kilise bölümü ayakta kalmış olan kötü durumdaki sahipsiz yapının, plan şeması korunmuş, çevresinde toprak dolgu yükselmiş, giriş kapısı alt kotta kalmıştır. Yığma taş duvarlardan oluşan taşıyıcı sistemde hem doğal nedenler hem de insan müdahaleleriyle ağır yıkımlar görülmektedir.

Her an yıkılma tehlikesi altında olan yapının apsis kısmındaki yükselti hemen hemen yok olmuş, ek odanın güney duvarı ağır hasara uğramış, dış duvarlarındaki kesme taş cephe kaplamaları bozulmuş, yalnızca taş dolgu duvarları kalmış, derz dolguları boşalıp işlevini yitirmiştir. Çatısında 1 metreyi bulan ve yapıyı yıkabilecek bir toprak, toprağın üzerinde de ot birikmiştir. Şu anda da insan ve doğa tahribatına açık ve korumasızdır.

Sanat tarihinin temel ilkesidir: Tarihsel/kültürel yapılar çevreleriyle birlikte korunurlar. Bu nedenle bunca yıkıma karşın özgünlüğünü koruyan yapı anıtsal özelliğiyle hemen korunmaya alınmalı, çevresindeki yapılaşmalar önlenmeli, tüm çevre arkeolojik alan olarak çevrelenmeli ve gecikmeden bilimsel çalışmalarla kayıt altına alınmalıdır. Yapının özgünlüğüne özen gösterilerek yetkin ellerde yenilenmesi zorunludur.

Öncelikle çatıda temizlik yapılarak ot köklerinin kurutulması, çatı yüzeyinin havayı geçiren ve suyu geçirmeyen biçimde korumaya alınması ve örtülmesi, taşıyıcı kolonlarının desteklenerek yıkılmalarının engellenmesi ve iyi bir restorasyonun ardından bu tarihsel yapı yön ve bilgilendirme tabelaları dikilerek, turizme, meraklılarına açılmalıdır.

Kültürel miras bilinci; bu kültür coğrafyasında bir arada var olmuş değişik etnisite, dil, inanç farklılıklarını bir zenginlik olarak görmekten geçer; bizden önceki tüm uygarlıkların bıraktığı ibadet yerleri, evler, kaleler, heykeller, ören yerleri, tüm kalıntılar; bugüne ulaşabilmiş gelenekler, mitoloji, söylenceler, şarkılar, türküler, sözler, halk oyunları, kitaplar, aletler, her şey bizim ortak kültür mirasımızdır.

Biz memleketimizdeki tüm kültürlerin, üretilen tüm birikimlerin mirasçılarıyız. Bu sahiplenme bölgesel bir aidiyetin ötesinde insanlığımızın gereğidir.