Barış…

Herkesin içtenlikle arzuladığı bir olgu. Gönüllerde yer eden, özlemle beklenen bir nimet. Barışı istememek, sadece insanlığa değil, vatana da ihanettir. Ancak mesele, "barış" kavramının içinin nasıl doldurulduğudur. Çünkü her "barış" söylemi samimi değildir; bazen barışın maskesiyle ihaneti gizlemek mümkündür.

Bir ülkenin içinde bitmeyen iç çatışmalar, terör olayları, kardeş kavgaları… Bunlar sadece toplumsal huzuru değil, aynı zamanda ekonomik kalkınmayı da sabote eder. Türkiye'nin de yıllardır iç çatışmalarla, terörle, suni ayrılıklarla meşgul edilmesi boşuna değildir.

Kime Karşı, Neden?

Türkiye, tarihi, kültürel ve inanç değerleriyle emperyalizmin ve siyonizmin karşısında bir duvar gibidir. İşte bu yüzden hedefteyiz. Çünkü güçlenen bir Türkiye, bölgesel bir denge değil, küresel bir denge unsuru haline gelir. Bu ise bazı çevrelerin işine gelmez.

PKK'nın kuruluşuna bakalım. 1978’de kuruldu. İlk silahlı eylemini 1984’te Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla yaptı. Bu örgüt, Türkiye’nin iç huzurunu bozmak, büyümesini engellemek, toplumsal yapısını parçalamak amacıyla kuruldu. Arkasında kimler vardı? ABD başta olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri. Amaç açık: Türkiye'nin güçlenmesini engellemek.

Sonuç? Elli binden fazla insanımızı kaybettik. Yüz binlerce vatandaşımız sakat kaldı. Ekonomik kayıplar ise trilyonlarla ifade ediliyor. Peki, şimdi bizden istenen ne? Barışa razı olmamız. Ancak sorulması gereken soru şu: Bu barış gerçek bir barış mı, yoksa yeni bir oyunun perdesi mi?

Masum Barış mı, Planlı Süreç mi?

Barış denilen süreç gerçekten samimi mi? PKK, elindeki silahları bırakıp bu ülkenin huzuru için mi geri çekiliyor? Yoksa kendisine biçilen yeni bir rolü mü oynuyor? PKK’yı kim kurduysa, bugün de süreci onlar yönlendiriyor. Amaç yine aynı: Türkiye’yi içeriden çözmek, bölmek, yönetilebilir hale getirmek.

Bakınız, Arap Baharı denilen süreçte neler oldu? Suriye ateş hattına döndü, beş yüz binden fazla insan öldürüldü. Gazze’de bir buçuk yıldır süren katliam var. Irak, Libya, Yemen… Hepsi aynı projenin parçaları.

Bu tesadüf mü? Elbette değil. Bin yıllık bir proje olan BOP – yani Büyük Ortadoğu Projesi – adım adım uygulanıyor. Amaç: İsrail’in güvenliğini sağlamak, hatta nihayetinde “Büyük İsrail Devleti”ni kurmak.

Türkiye’de Sıradaki Adım Ne?

Bu planın Türkiye ayağında, PKK’nın siyasallaşması gerekiyordu. İşte bugün yaşananlar bu stratejinin sahneye konmuş hâlidir. 2018’de parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçilmesi bile bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilmelidir.

Bu ülkede Alevi-Sünni çatışması yok. Türk-Kürt düşmanlığı yok. Çünkü bu halkın canı cana, kanı kana karışmış. Bin yıldır birlikte yaşamış, birlikte direnmiş. Ancak dış güçler sürekli olarak bu birlikteliği bozmak için çalışıyor. Terör örgütleri de bu çabanın araçlarıdır.

Oyun İçinde Oyun

Şunu açıkça ifade etmek istiyorum: Eğer bu süreç gerçek bir barış süreci olsaydı, ilk ben davul zurna çaldırır, halay çeker, her yıl kurban keserdim. Ancak ortada samimi bir barış değil, derin bir hesaplaşma, ince ince örülmüş bir plan var.

Çünkü bu mesele birkaç imzayla çözülecek basit bir mesele değildir. Bu bir güvenlik meselesi, bir gelecek meselesidir. Görünürde “barış” olarak pazarlanan süreç, aslında çok daha büyük bir oyunun küçük bir parçasıdır.

Ez cümle…

Bu bir “barış süreci” değil, “batış süreci” olabilir. O yüzden bu süreci alkışlamadan önce sormamız gereken soru şudur:

Gerçekten barışa mı gidiyoruz, yoksa çok daha büyük bir ihanete mi göz yumuyoruz?

Cevabı herkes kendi vicdanında aramalı…