Sözlü ve yazılı kültürümüz, "dağlar"ı anlatan söylence, masal, türkü, atasözü, şarkı, şiir, öykü, romanlarla doludur.

Elâzığ’ın çok bilinen “Dağlar dağımdır benim” türküsünün yanında, "Yol ver dağlar yol ver bana”, “Yüce dağ başında yanar bir ışık”, “Bir ay doğar”, “Dersim dört dağ içinde” gibi içinde “dağ” geçen nice türküler dinlemişizdir.

Yine, Münir Nurettin Selçuk’un “Yine dumanlı dağlar”, “Dağlar ile taşlar ile”, “Yüce dağ başında”; Sezen Aksu’nun Sabahattin Ali şiirinden bestelediği “Benim meskenim dağlardır”, Ruhi Su’nun “Hasan Dağı” gibi yapıtları; Ahmet Kaya’nın “Sel dağ”, “Karlı dağlar”, Rahmi Saltuk’un Ahmed Arif’ten bestelediği “Dağlarına bahar gelmiş memleketimin” gibi özgün şarkıları da anmadan geçemeyiz.

Bu “dağ”lı şarkıların en bilineni Barış Manço’nun “Dağlar dağlar” adlı yapıtıdır. 1971’de 700 bin satan ve Barış Manço’ya Altın Plak ödülü kazandıran, “Dağlar dağları” Manço, Keban'dan İstanbul'a giderken otobüste dağlara bakarak bestelediğini söyler.

Atasözlerimiz de vardır içinde “dağ” geçen; “Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur”, “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur”, “Dağ fare doğurdu”, “Danışan dağı aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış”, “Hangi dağda kurt öldü”, “Korku dağları bekler”, “Hazıra dağ dayanmaz”, “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış” gibi yüzlercesi...

Nuh peygamber de, gemisini Ağrı Dağı’na demirlemiş ve canlıları tufandan kurtarmayı bir dağda başarmıştır. İşte, “dağ” aşılması güç, yollarımızı engelleyen bir simge olduğu denli yücelik, yükseklik, hatta bir çeşit kutsallık da içerir.

Karasu ve Murat ırmaklarının Keban'da birleşerek oluşturduğu Fırat Irmağı’nın eteklerinden geçtiği Seftil Dağı’nın gösterişli duruşu da yöre insanında etki bırakmıştır.

Harput da, Murat vadisinin aşağı kısmına açılan Uluova’nın batı kenarındaki Elâzığ’ın 5 km. kuzeyinde geniş ovalara hâkim bir dağ ve kayalıklar üzerine kurulmuş eski bir kenttir. İshak SunguroğluHarput Yollarında kitabında Harput’un konumunu, “…Aslan dağlarından birinin tepesi üzerinde, kısmen yalçın kayalar üstüne, kısmen dağ zirvelerine kadar yükselmiş…”diye belirtir.

Dağlar, aslında yaşanacak yerler değildir -ki genelde de, filmlerde romanlarda, öykülerde, yasadan kaçan, eşkıyalık yapan, gizlenen, yol kesen yasa kaçakları hep dağlara sığınırlar.

Tahir Abacı'nın bir yazısında anımsattığı gibi Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi hapis yatan yazarlar pencerelerinden Uludağ’ı, Beydağ’ını, başka dağları özgürlük simgesi olarak görmüş, demir parmaklıklar arasından gördükleri dağlara bağlanmışlardır.

İnsan yaşadığı yere benzermiş, kişiliğini yöresi oluştururmuş diyor bilim insanları. İbni Haldun da Coğrafya yazgıdır” diyor. Edip Cansever de “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde şöyle söyler:

“İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine”

Başımızın üstünde yeri olan Harput da her şey gibi özelliklerini yitirdi. Yine de benziyor bize, hem de çok benziyor. Evlerin, konakların, çarşıların yerinde yeller esse de, külliye adı altında işlenen cinayet hâlâ sürse de, Harput bize benzemeye de devam edecek…  

Aslında dağlar, insanlara acımasızdır derler ama bizde tam tersi olmuştur, dev binalarla, TOKİ’lerle, betonla tüm dağları, tepeleri, dorukları yok ediyoruz, tüketiyoruz. Ancak tüm dağlar önümüzü kesse, yolumuzu kapatsa da, benim ve benim gibilerin dağlara, üstündeki ağaçlara, canlılara, mağarasına, koyağına, görünümüne, doğaya sevdası hiç bitmeyecek, hep bize benzeyecek, biz de Harput’a, Elazığ’a… Kavafis’in “Şehir” şiirindeki gibi hep arkamızdan gelecekler.