Geçtiğimiz günlerde Elazığ valiliği, Baskil kaymakamlığı, Elazığ Belediyesi yetkilileri ve sivil toplum örgütlerinin yeni bir kanyon bulunduğunu ilan ettikleri bir haber yerel ve ulusal basında bolca yer buldu.

Oysa bu bölge yöre insanının öteden beri bildikleri bir yerdi. Ben de bundan yaklaşık 15 yıl önce bu bölgeyi gezdiğimde hayran kalmıştım.

O tarihte Keban’dan aşağı üç bin km yol alan Fırat Irmağı’nda halamın oğlu Koreli Reşit’in kaptanlığında 30-40 km lik bir yolculuk yaptık. Yol arkadaşlarım ile birlikte kayıkla indiğimde gördüğümüz kanyon, Discovery Tv ya da National Geographic kanallarında gördüğüm dünya üzerinde bulunan öteki kanyonlar gibi etkileyiciydi.

Kanyonu oluşturan kayaların dorukları Fırat’tan göğe doğru öyle bir yükseliyor ki, gölgeleri ırmağın ta ortalarına varıyor.

Önce Nimri dağı eteklerinden yerel adlarıyla Kuruçay’a ve Dumbo’ya iniyoruz. “Meşelik” diye anlatılan kıyılardan geçiyoruz. Zamanında Fikret Otyam da bizim gibi bu yerlerden geçmiş, kamp kurmuş, boğulma tehlikesi atlatmış. “Oy Fırat, Asi Fırat” kitabı meraklılar için önemli bir kaynak.

Keban’a bağlı Zırkı Köyü’nün sakinleri, Fırat kıyılarında güzel kayısı bahçeleri yetiştirmişler.

Özellikle Nimri Dağı kıyılarında terk edilmiş ve adına “peğ” dediğimiz eski, yıkık evler var. Bir zamanlar bu kıyılar birçok köy insanının kullandığı yazlık yerleriymiş oysa.

Kayıkla öyle bir yere geliyoruz ki, buz gibi olan Fırat suyu aynı anda sıcacık bir suya dönüşüyor. “Sıcak-Soğuk Bölgesi” denilen bu yer bize Cebelitarık Boğazı’ndaki Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının karışmamasını anımsatıyor.

Keban köyleri Zırkı ve Topkıran köyleri sınırlarını geçip, Baskil’e bağlı Adaf kıyılarına dek gittiğimizde karşımıza Karakaya Baraj Gölü çıkıyor. Kanyonun son bölümünde de yukarılar gibi, sağlı sollu mağaralar bulunuyor.

Mağara içlerine girmek için ilk insanların yaptığı merdivenler hemen görülüyor. Tarih boyunca insanlar tarafından yoğun olarak kullanılan bu mağara yerleşmelerinde oyularak yapılmış merdiven sistemlerinin bugüne değin kalması da ilginç.

Böyle daha birçok yerin, köylülerin ya da meraklıların saldırısına uğradığını ve yok edildiğini duyduğumuzda çok üzülüyoruz. Bugün de bu yıkım daha da artmış, bilinçsiz ellerde dokuyu bozan işler yapılmış durumda…

Akşam karanlığı ile birlikte, -yaşamımda yalnızca burada görebileceğim- bir gökyüzü şenliği başlıyor bu kez.

Samanyolu Gökadası elimizin altında, hemen yanı başımızda gibi sıralı bir biçimde bulutumsu görünüşüyle görsel bir şenlik daha sunuyor bize.

Yıldızların bu denli açık, bu denli yoğun, bu denli yakın olabileceği bir başka yer var mı acaba?

Geceyi kıyılarda geçirip, ertesi sabah, kayıktaki bir iki küçük arızadan sonra geri dönüyoruz.

Nasıl ki, Akdeniz, Karadeniz, Ege, Baltık Denizlerine, Nil’e, Amazon’a özgü bir kültürden söz ediyorsak, bu bölge insanların da ilk çağlardan bu yana su ve madenle ilgili topluluklar oldukları açık...

Açık olmayansa, mitolojide anlatılan söylencelerin, kutsal kitaplara girmiş olağanüstü olayların yaşandığı yerleri andıran bu yerlerin ilk konuklarının, geçmişin sislerine bürünmüş insan topluluklarının kimliği, geçmişi, nereden geldikleri...

Amerika'daki yerli halkın yaptığı bir kaya mezardan, bir mağara evden hiçbir ayrımı olmayan, Avrupa’daki El Castillo, Altamira, Chauvet-Pontdarc ve Niaux gibi mağaralardaki ilk insan kanıtlarına, onların çizdiği şekillere benzeyen bu tarihsel mağara ve yapıların en kısa sürede incelenip, karşılaştırılarak bu insanlar ve tarihleri hakkında daha çok bilgi sahibi olmamız gerekiyor.

Bu zorunlu bir insanlık görevi…