Dünyaya biraz uzaktan bakıldığında, kitapların sessiz ama son derece etkili bir dolaşım içinde olduğu hemen fark edilir. Kimi ülkelerde bu dolaşım güçlü bir nehir gibi coşarak akar; kimi yerlerde ise dar yataklara sıkışmış, yavaş ve kesintili ilerler. Kitap fuarları, bu görünmez akışın en somut duraklarıdır. Bir toplumun kitapla, bilgiyle ve düşünceyle kurduğu ilişkinin aynası olarak karşımızda dururlar.
Gündelik tartışmalar, siyasi çekişmeler ve hızla tüketilen gündemler, çoğu zaman çevremizdeki olumlu çabaları görmemizi engeller. Kitap fuarları da bu görünmezliğin payına düşeni alır. Oysa nitelik ya da nicelik tartışmalarını bir kenara bıraksak bile, insanı kitapla buluşturan her girişim başlı başına değerlidir. Kitap fuarları, yalnızca yayınevlerinin değil; okurun, yazarın ve düşüncenin de aynı mekânda buluştuğu nadir alanlardır. Başkalarıyla kendimizi karşılaştırmak ise bu alanlarda nerede durduğumuzu daha açık biçimde görmemizi sağlar.
Türkiye’de bu alandaki en büyük organizasyon İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’dır. Bunun yanında Ankara, İzmir, Elâzığ ve birçok şehirde düzenlenen kitap fuarları, her yıl on binlerce okuru kitaplarla buluşturur. Fuarlarda dolaşan kalabalıklar, imza kuyrukları ve söyleşi salonları, toplumda kitapla kurulan bağın bütünüyle kopmadığını gösterir. Ancak bu tabloyu dünyayla birlikte değerlendirdiğimizde, daha geniş ve düşündürücü bir manzara ortaya çıkar.
Amerika Birleşik Devletleri, her yıl yüz binlerce yeni kitabın yayımlandığı devasa bir yayın ekosistemine sahiptir. Çin ve İngiltere, bu dolaşımın diğer güçlü duraklarıdır. Özellikle İngiltere, nüfusuna oranla ürettiği kitap sayısıyla dikkat çeker. Fransa ve Almanya’da ise yayıncılık, köklü bir kültürel geleneğin doğal sonucu olarak istikrarlı biçimde sürer; kitap fuarları bu geleneğin canlı vitrinleri hâline gelir.
Türkiye bu tabloya dâhil edildiğinde ise daha karmaşık bir gerçeklikle karşılaşırız. Nüfusu doksan milyona yaklaşan bir ülkede yayımlanan yeni kitap sayısı, güçlü yayıncılık geleneğine sahip ülkelerin gerisinde kalmaktadır. Kitap vardır, okur vardır; fakat üretim henüz nüfusun büyüklüğüyle orantılı bir düzeye ulaşmış değildir. Bu durum, kitapla kurulan ilişkinin yalnızca nüfusla değil; eğitim sistemi, kültür politikaları ve okuma alışkanlıklarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu açıkça gösterir.
Bu noktada kitap fuarları, yalnızca bir sergi alanı değil, aynı zamanda bir imkân olarak da düşünülmelidir. Fuarlara bakarak bir toplumun ne okuduğunu, neye ilgi duyduğunu ve hangi soruların peşinde olduğunu görmek mümkündür. Kitap fuarlarının anlattıkları, aslında kitaplardan çok daha fazlasıdır: Bir ülkenin düşünceyle kurduğu bağın sessiz ama güçlü hikâyesi.
Dünyanın farklı bölgelerinde düzenlenen kitap fuarları, ülkelerin kitapla ve yayıncılıkla kurduğu ilişkinin niteliğini açık biçimde yansıtır. Amerika Birleşik Devletleri’nde New York Book Expo ile Los Angeles Times Festival of Books gibi etkinlikler, daha çok ticari yönü ağır basan ve geniş okur kitlelerine hitap eden fuarlar olarak öne çıkar. İngiltere’deki Londra Kitap Fuarı ise küresel ölçekte telif alışverişinin yapıldığı, yayıncılık sektörünün yönünü belirleyen başlıca merkezlerden biridir.
Bu alandaki en güçlü örneklerin başında Almanya’daki Frankfurt Kitap Fuarı gelir. 15. yüzyıldan itibaren, yaklaşık 1454 yılından bu yana düzenlenen bu fuar, dünyanın en büyük, en prestijli ve en etkili kitap fuarı olarak kabul edilir. Uluslararası yayıncılığın adeta kalbi sayılan Frankfurt Kitap Fuarı, yalnızca kitapların sergilendiği bir etkinlik olmanın çok ötesine geçmiş; telif hakları alışverişinin küresel merkezi hâline gelmiştir. Her yıl dünyanın dört bir yanından yayıncıları, yazarları, edebiyat ajanlarını ve medya temsilcilerini bir araya getiren bu buluşma, yeni yayıncılık trendlerinin belirlendiği, kültürel etkileşimin ve uluslararası iş birliklerinin güçlendiği benzersiz bir platformdur.
Fransa’da Paris Kitap Fuarı daha çok kültürel yönüyle öne çıkarken, İtalya’daki Torino Kitap Fuarı Avrupa çapında saygın bir konuma sahiptir. Rusya’da düzenlenen Moskova Uluslararası Kitap Fuarı ise ülkenin yayıncılık dünyasını uluslararası alana taşıyan önemli bir buluşma noktası olarak dikkat çeker.
Asya’da kitap fuarları, kültürel üretimle popüler yayıncılığı aynı potada buluşturur. Japonya’da Tokyo’da düzenlenen büyük fuarlarda manga ve popüler kültür yayıncılığı ön plandayken, Çin’deki Pekin Uluslararası Kitap Fuarı Asya’nın en büyük yayıncılık etkinliklerinden biri olarak öne çıkar. Hindistan’da Yeni Delhi Dünya Kitap Fuarı yoğun okur katılımıyla dikkat çekerken, İran’daki Tahran Uluslararası Kitap Fuarı bölgenin en büyük kültürel organizasyonlarından biri olma özelliğini taşır.
Türkiye’deki kitap fuarları ise daha çok okurla yazarın doğrudan buluştuğu, kitabın birebir temasla dolaşıma girdiği alanlar olarak anlam kazanır. Uluslararası telif merkezleri olmanın ötesinde, kitabı canlı tutan bu buluşmalar kültürel hayat açısından büyük bir önem taşır. Kitap fuarlarına bakmak, aslında bir ülkenin kitapla, kültürle ve gelecekle kurduğu ilişkiye bakmaktır. Bu aynaya daha dikkatle bakmakta fayda vardır.
Kitap fuarlarının gerçek gücü, rakamların soğuk diliyle değil, o salonlara dolan insan kalabalıklarıyla anlaşılır. İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’nda yarım milyonu aşan ziyaretçi, kitabın Türkiye’de hâlâ güçlü bir karşılık bulduğunu; insanların sayfalar arasında kendilerine bir yer aradığını gösterir. Frankfurt Kitap Fuarı’nda ziyaretçi sayısı daha sınırlıdır; ancak orada atılan her adım, dünyanın yayıncılık rotasını belirleyen görüşmelere çıkar. Pekin Uluslararası Kitap Fuarı’nda ise yüz binlerce insan, Asya’nın yükselen kültürel enerjisini aynı çatı altında buluşturur. Bir yanda okurla kitabın doğrudan teması, diğer yanda küresel yayıncılığın sessiz pazarlıkları… Bu manzara, kitap fuarlarının yalnızca sergi alanları değil, toplumların düşünceyle kurduğu ilişkinin canlı aynaları olduğunu hatırlatır.
Kitap fuarlarının kültür hayatına doğrudan etki eden faaliyetler olduğu açıktır. Özellikle Türkiye’de düzenlenen fuarlarda okurla yazarın yüz yüze gelmesi, bu etkinlikleri ayrıcalıklı kılan en önemli unsurlardan biridir. Söyleşiler, paneller ve imza günleriyle zenginleşen bu buluşmalar, kitabı gündelik hayatın merkezine taşır. Her geçen yıl artan ilgi ise, tüm tartışmalara rağmen kültürel geleceğe dair iyimser bir bakışı besler.
Beş yüz binin üzerindeki ziyaretçiyle dünyanın sayılı kitap fuarları arasına giren TÜYAP Kitap Fuarı’nda salonları dolduran kalabalık, kitaplara uzanan eller ve yüzlerdeki heyecan ilk bakışta umut verici bir tablo sunar. Ancak bu canlılık, Türkiye’nin dünyada en çok yayın yapan ülkeler sıralamasında hâlâ alt basamaklarda yer aldığı gerçeğiyle yan yana geldiğinde, insanı durup düşünmeye zorlayan derin bir çelişkiye dönüşür. Okur vardır, ilgi vardır; fakat üretim ve süreklilik aynı ölçüde güçlenmiş değildir.
Tam da bu noktada, okumanın yalnızca bir alışkanlık değil, ekmek ve su kadar hayati bir ihtiyaç olduğunu fark edenlerin artması belirleyici hâle gelir. Çünkü kitapla kurulan bağ, insanı yalnızca bilgiyle değil; sağduyu, sabır ve düşünme disipliniyle de besler. Toplumlar ancak bu beslenmeyle, dar alanlara hapseden kısır çekişmelerden uzaklaşıp daha sakin, daha müreffeh ve daha derinlikli bir geleceğe yürüyebilir.