‘’Turan’’ gazetesinin siz değerli okuyucularıyla buluşmaktan,  fikir ve düşüncelerimi bu köşede paylaşmaktan memnuniyet duyduğumu belirtmek istiyorum.

   Cumhuriyet tarihimizin ilk ve önemli gazetelerinden biri olan ‘’Turan’’ yeniden yayın hayatına başladıktan sonraki kalitesi ile ve her birini zevkle okuduğum yazar kadrosunun katkılarıyla, Elazığ yazılı basınındaki müstesna yerini alacaktır, diye düşünüyorum.

    Eğitimdeki yöneticilik yıllarımın ilk başlarından beri, 1980 öncesinden bu yana, ‘’Turan’’ gazetesi ile daha çok bir okuyucu, zaman zaman da ‘’eğitim’’ konusunda yazan biri olarak süregelen bir bağım olmuştur.

    Görev yaptığım resmî ve özel öğretim kurumlarında, gençlerimizi geleceğin güçlü Türkiye’sinin bireyleri haline getirme çabamızın bir parçası olarak, kendilerini ifade etmelerine zemin hazırlamak amacıyla, gazete ve dergi çıkarma çalışmalarımız oldu.

   Birçok önemli yazar ve şairin ilk denemelerinin başladığı duvar gazetelerini mesleğimin ilk yıllarından başlayarak öğrencilerimizin de katılımıyla düzenli bir şekilde çıkarırken, Mehmet Akif Ersoy Lisesi Müdürlüğü görevim esnasında, 1988 yılında, Elazığ’da ilk defa ‘’Kürsübaşı’’  adıyla renkli-ofset baskı bir gazete çıkardık.

   Teknik olarak, o zaman Elazığ’da böyle bir gazete çıkarma imkânı olmadığı için, Mehmet Topal Bey’in destekleriyle ‘’Adana Ekspres Gazetesi’’ tesislerinde bastırmak zorunda kaldığımız ‘’Kürsübaşı’’nın ilk sayısını elime aldığım zamanki sevinci ve heyecanı unutamam.

   Avrupa’dan yaklaşık 200 yıl sonra, resmî bir yayın organı olan ‘’Takvim-i Vekayi’’ ile başlayan Türk gazeteciliğinin yaşadığı zorluklar basın tarihimizin gerçekleri arasındadır.

    Bütün zorluklara rağmen,

   Namık Kemal;

                                 ‘’Bais-i şekva bize hüzn-i umumidir Kemal

                                   Kendi derdi gönlümün billah gelmez yâdına’’

    Beytiyle, benim şikâyetimin sebebi, toplumun derdidir, hüznüdür, kendi gönlümün derdi vallahi hatırıma gelmez, derken ‘’basının, toplumun gözü, kulağı ve dili olmak yükümlülüğü’’nü yerine getirmedeki azim ve kararlılığını ifade edişi karşısında saygıyla eğilmemek mümkün mü!..

    Vatan şairi olarak Namık Kemal ‘’hüzn-i umumî’’yi şikâyet sebebi olarak görürken, edebiyatımızda ‘’millî şair’’ olarak haklı bir yere sahip olan Mehmet Emin Yurdakul geri durur mu?

                                ‘’ Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;

                                   Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,

                                   Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.’’

    O da şairleri  (yazarları, fikir insanları) haykırmayan (özgürce konuşmayan yazmayan) bir milleti, öksüz çocuklara benzetiyor ve haykırmasına engel olunmamasını istiyor.

    Hakkı hakikati yazmak ve söylemek konusunda, geçmişte olduğu gibi bugün de büyük zorluklar ile karşı karşıya bulunsak da biz yine  ‘’üslûpta edeb’’i bir kenara bırakmadan düşündüklerimizi söylemeye, yazmaya devam edeceğiz.