Edebi metinlerin içinde biri olarak son yıllarda hikâye yazarlığı hayatımda çokça yer almaya başladı. Bundan kırk elli yıl önce halk hikâyeleri toplumun bir ölçüde doğrudan gündeminde sayılırdı. O yıllarda kitle iletişim araçları çok kısıtlı ve yaygın değildi.  Radyo ile devam eden içiçeliğimiz televizyonun yayın hayatına başlamasıyla az da olsa etkilenmeye başladı. Radyo, sinema ve televizyon insan hayatında önemli bir yer tutuyordu.  
     Kitle iletişim organlarının artmasıyla radyo etkisini biraz kaybetse de halen müdavimleri bulunmaktadır. Sinemada ise aradan geçen yirmi yıl potansiyel izleyicisinin kaybetmesine neden oldu. Sonra tekrar insanların hayatına girmeyi başarsa da eski gücüne ulaşamadı. Televizyon aygıtı bir bakıma sinemanın izlenmesi, radyonun dinlenmesini etkilemeye devam ediyor.
     Bu anlamda sosyal medya daha çok ve anlık izlenmesi nedeniyle önce insanların hayatına dâhil oldu. Sonra da bağımlılık oluşturdu. Ülkemizde 35 milyon internet izleyicisinin bulunması, 36 milyonun üzerinde fertlerin sosyal medya takipçisi olması azımsanacak bir rakam değildir. Günde 2 ila 3 saat arasında bilgisayar veya cep telefonu marifetiyle internette, yine 5 ila 6 saat televizyon izlenmesi düşünülünce okumaya herhalde pek fazla bir zaman da kalmamış oluyor!
    Sosyal medya bir zorunluluk halini aldı. Dolayısıyla davranış ilişkilerinde de etkisi arttı. Sanal benlik günümüz de çoğunlukla sosyal medya üzerinden yürüyor!
   Sosyal medyanın insan üzerindeki hâkimiyeti okumanın önünde en önemli engellerden biridir. İnsanlara okuma kültürünün bireylere kişilik kazandırması gerekirken sosyal medyanın hâkim oluşu insanlar için çok önemli açmazlardan biri olarak görülmelidir. Her şeye rağmen okuma dolayısıyla okuma kültürü içinde öykünün yeri nedir ve nasıl olmalıdır?
  Bir kişi okuyarak güçlü olmalıdır. Okumakla donanımlı olan fertler kendini daha iyi ifade edebilir, toplumda da önemli bir konuma gelir. Resmi olmayan rakamlara göre yaklaşık 1.146 halk kütüphanesi, 500 üniversite kütüphanesi, örgün ve yaygın eğitim kurumlarında 26.415 kütüphane olduğuna bakılırsa toplamda 30 bin civarında kütüphanenin varlığından söz edebiliriz. Bu kütüphanelerin tamamında ise 65 milyon civarında kitap bulunuyor.(kütüphane ve kitap konusunda pek çok ülkenin gerisindeyiz) 2019 yılında 71 bin civarında kitap basımı gerçekleşirken kişi başına düşen kitap sayısı da 7 olarak belirlenmiş. Fakat bu 7 rakamı gerçeği yansıtmayabilir. Zira kişi başına düşen kitap sayısıyla gerçekte kitap okuyan sayısı farklı seyreder.

  ROMAN MI ÖYKÜ MÜ?

  Türkiye’de okuma oranı az. Bu nedenle de okumada gerilerdeyiz. Avrupa ve Amerika’da öykü de roman da daha çok değer görüyor. Biz de ise roman okuyucuları öykünün önünde görülüyor. Ancak son yıllarda öykü okumada da ilerlemeler kaydedildiğini düşünüyorum.
  İnsanımızın okuma merakı azlığına rağmen roman bir olay örgüsüne bağlı olarak ve detaylara dayandığından olsa gerek öyküye göre daha çok ilgi görüyor. Belki de okurlar olay örgüsüne kendilerini kaptırdıklarından kitabın derinliğini kaçırıyor. Derinlemesine okumak da elbette ayrı bir meziyet ister. Okuyanın azlığı ister istemez bilinçli veya nitelikli okuru da gündeme getirmiş olur.  
   Romanın yazara daha çok emek ve zaman gerektiren bir tür olmasına karşılık okuru fazla zorlamıyor.  Hikâye ise okuru daha çok düşünmeye zorlar. Hem yazmak hem de okumak bakımından daha çok çaba gerektirir. Öykü daha kısa yazılması gerektiğinden,  satırlar arasında sıkıştırmak, duygu yoğunlu vermek, zaman açısından roman kadar olmasa da yazarı yorar, emek vermesini sağlar.
  Romanın da öykünün de yeri okurda farklıdır. İkisinin de ayrı bir hazzı vardır. Roman okumayı sevmenin en önemli nedenlerinden biri; romanın kurduğu geniş dünyanın içine girmek, orada kaybolarak sayfaları tüketmek en büyük keyiflerden biri olarak görülüyor. Öykü kısa ve yoğun olduğu için arka arkaya farklı metinler okumak zorunda kalmak nedeniyle tercihte ikinci sırada kalıyor. Her türün kendilerine göre ayrı bir güzel tarafı var. Hikâye de okuyucu doyuma çabuk ulaştığından belki de romanı tercih ediyor olmalıdır.    
    Öyküler okuyucu tarafından avantajlı yanı kısa oluşu nedeniyle çabuk okunuyor olmasıdır. Bir öyküyü içine sindiremeden ikinci ve diğer öykülere geçmek belki de okuyucu da kısa haz bırakıyor, olmalıdır. Bu da okuyucu için avantajsız bir durum olarak düşünülebilir. Oysa roman doyuma ulaşma da daha fazla zaman gerekir. Roman da uzun bir okuma sürecinin ardından düşünmeye, yorum yapmaya daha fazla zaman ayırabiliyorsunuz.
     Öyküde alan dar olduğu için nasıl anlatırsanız anlatın kabiliyet alanı dar. Ancak yine de okurlara göre romanın da öykünün de tiryakileri var.  Öykü ve romanın tutkusu konusu, dili, üslubuna göre değer görmesine karşılık çok güzel ve akıcı bir Türkçeyle yazıldığında her kitap kendini rahatlıkla okutur.  
  Kendi adıma iki türü de seviyorum. Yayınlanmış tek romanım olmasına karşılık daha çok hikâye yazıyorum.  Daha fazla hikâye yazıyor olmam da zaman açısından avantaja bağlıyorum.
      Her okurun kendine göre bir okuma alışkanlığı olduğunu düşünürüm. Kimisi öykü, kimisi roman okumayı sever.  Edebi türler gibi okur türleri de
vardır. Geniş bir kitap dünyasında farklı okur türediğini düşünüyorum. Son yıllarda daha çok öykü okusam da iki tür de okurca tercih edilmelidir. Önemli olan okumaktan keyif almak ve kendince bir çıkarım sağlamaktır.
  İyi metinler, iyi edebiyat insanı değiştirir, nitelikli yapar. İnsanı insana en iyi biçimde anlatır ve geliştirir. Ümidimiz nitelikli okuyucuların artması, temel okuryazarlıktan işlevsel okuryazarlığa geçilmesidir. Çünkü; Türkiye’nin aydınlık yüzü okumayı gerekli, kılar!