Satın Alma Gücü Paritesi diye bir teori var. Son yıllarda herkesin ekonomiye merak sarması, vatandaşların küresel anlamda inceleme kabiliyetini arttırdı. Sıkça tanık oluyoruz; bu ürün şu fiyata böyle, burada böyle, bizde böyle falan. Fiyat düzeyi karşılaştırmalarının yapıldığı ve bu farklılıkları ortaya koyan kavram Satın Alma Gücü Paritesi. Yani aynı ürün veya hizmet gruplarını baz alarak farklı ülke para birimleriyle karşılaştırmak, dönüştürmek.

Bir örnekle basit bir şekilde ele alalım; Türkiye’de bir kilogram et fiyatı 250 TL olsun, Almanyada ise 5 Euro olduğunu düşünelim. Buna göre yıllık kazancı 10.000 Euro olan bir Alman yılda (10.000/5=)2.000 kg et alabiliyor. Aynı miktarda eti alabilmesi için Türkiye’de çalışan birinin gelirinin yıllık 500.000 TL geliri olması gerekir. 1 Euro 28 TL’ye eşitse Almanın geliri (10.000x28)=280.000 TL’ye Türkün geliri ise (500.000/280.000)=1.785 Euro’ya eşit olmakta. Alman Türkiye’ye gelir parasını TL’ye çevirirse (280.000/250)=1.120 kg et alabiliyor. Bir Türk Almanya’ya giderse parasını Euro’ya çevirince (1.785/5)= 3.57 kg et alabilir. İşte satın alma gücü paritesi de, bu iki kişinin kendi gelirlerini kendi ülkesinde harcadığını varsayar. Bu sebeple parite formülü böyle ifade edilir.

SAGP (Türkiye/Almanya) = TL/Euro 5/250=0,02 yani 1 kg et için Almanya’da 1 Euro ödemesi gerekirken, Türkiye de 0,02 Euro ödeyerek satın alabilir. Bir çok örnekleme yapabiliriz.; basit bir kıyaslamayla Türkiye’de bir asgari ücretli orta segment bir aracı 100 maaşıyla ancak alabiliyorken Amerika ve Avrupa’da 5 maaşıyla satın alabiliyor. Tabi diğer ülkelerde de pahalı olan mal veya ürün grupları var. Kira ücretlerini örnek verebiliriz. Yüksek konut ve kira ücretleri satın alma gücünü etkileyen önemli faktörler, fakat sosyal devlet gücü orada hane halkının refah ve huzur seviyesi için belirli bir planlama ve destekle bu konuların üstesinden gelebiliyorlar.

Legatum Global Refah Endeksi raporlarına göre ülkeler, milli gelirleri, satın alma gücüne göre ve nüfus alan-ekonomi ilişkisine göre ilişkilendirilir. Dünyada yaşam kalitesine oranla Türkiye 167 ülke arasında 97. Sıradadır. Küresel anlamda toplumun refah ve yaşam kalitesini ölçmede önemli bir şirkettir.

Geçen yazımızda Türkiye’nin enflasyon sarmalı içerisinde olduğunu belirtmiştik. Tüm bunların farkına vardıktan sonra yapılması gerekenleri sıralayalım.

Kamu çalışanları maaşları yasayla enflasyon oranında doğrudan belirlenmeli ve her dönem kısır tartışma ve toplantılar yerine öngörülebilirliğe bırakılmalıdır. (Asgari ücret ve emekli maaşları da bu şekilde değerlendirilmelidir.)

Kamusal harcamalarda acilen tasarrufa gidilmeli, yatırımların ihtiyaçlar doğrultusunda, öncelik durumlarına göre belirlenmelidir.

Uluslararası yüksek risk durumu ekonomi yönetimimizce ele alınmalı, reel istatistik, büyüme, bankacılık, yatırım ve borçlanma türleri revize edilmelidir.

Doğrudan ekonomik olmayan nedenler belirlenmeli, öngörü içerisinde yasal dayanaklar getirilmelidir.

Finansal enstrümanlar yapısal reformlarla ilişkilendirilerek kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapılarak kamuoyuyla paylaşılmalı.

Tek başına maliyet politikasıyla değil, vatandaşın refahına çok dokunmadan kamu gelirleri arttırılmalı.

Şimdilik bunlarla başlayalım. Kim yönetirse yönetsin doğrular değişmeyecektir.