Seçime 3.5 ay kaldı. Hâlâ çözüm odaklı bir siyasete geçemedik. Bir taraf geçmişi referans göstererek geleceğin kilidinin kendinde olduğunu söylerken, diğer taraf bugünü göstererek geleceğin anahtarının kendine verilmesini istiyor.

Sandığa gidilirken geçmişten çok bugün oylanır. Çünkü geçmiş, geçmiştir. Hissedilen daha çok bugündür.  Seçmeni içinden çıkılan, geride bırakılan durum değil, içinde olunan durum ilgilendirir. Bir şey geçmiş, gitmiş, bitmişse artık onun hükmü de azalmıştır.

Hiç kalmamıştır diyemiyorum, çünkü bugünden çok dünde yaşayan o kadar çok insan var ki. Onun için bilim insanları gelişmiş toplumlarla geri kalmış toplumlar arasındaki en büyük farkın rasyonalizm olduğunu söylerler. Gelişmiş toplumlar rasyonel, geri kalmış toplumlar daha çok gelenekçidir.

Kabaca sağ sol ayrışmasında da aynı farkı görmek mümkün. Sol daha rasyonel, sağ daha gelenekçidir. Sağ siyasette ‘Değerler’ sol siyasette ise ‘Özgürlükçü politikalar’ etkindir. Bu genellemenin elbette istisnaları vardır özellikle Türk solu Batı'daki örneklerinin aksine dönem dönem yasakçı bir siyaset izlemiştir.

Solun da kutsalları, kutsallaştırılanları vardır, ama işi ayakkabı yalama ölçüsüne götürecek derecede bir yüceltme, tapınma hastalığı yoktur. Hemen belirtelim ki bu dindarlık değil patolojik bir durum, bir karakter hastalığıdır, mutlaka tedavisi gerekir.

Toplum artık ne geçmişin hikâyeleriyle uyutulmak, ne de teorik tartışmalara boğulmak istiyor. Sorunlarının çözümüne kendini inandıracak siyasi bir kadro istiyor. Gelenin gideni aratmaması için gelenin veya gelecek olanların, gidecek olanlardan daha vasıflı olmasını istiyor. Toplumun inanmaya ihtiyacı var. İnandırıcı, ikna edici, içindeki güven boşluğunu dolduracak bir siyaset dili istiyor. Önce inanmak sonra inandırmak gerekir. Birincisi olmadan ikincisi olmaz. İnanmayan inandıramaz!

 Muhalefet somut sorunlara odaklandığı birkaç hafta öncesine kadar bu inandırıcılığı büyük ölçüde yakalamıştı. Bazı konularda yaşanan gecikme, maksadını aşan kimi ifadeler bu inandırıcılığı kısmen zedeledi. Çok seslilik her zaman demokrasi veya çoğulculuk olarak topluma yansımıyor. Bazen de uyuşamıyorlar, galiba uyuşamayacaklar karamsarlığına dönüyor. Bir yerde umutlar kaybedildi mi, orada sonuç alma ihtimali de zayıflar.

Türkiye'nin içine düşürüldüğü bu yolsuzluk ve pahalılık batağından bir an önce kurtulması gerekiyor. Göçmen transferi kiraları patlattı, şehirler yaşanamaz hale geldi. Millî devlet bilinçli bir sığınmacı politikası ile tahrip ediliyor. Devletle vatandaş arasındaki en güçlü bağ olan adalet bağı zedelendi. Adalet dağıtan devletin yerini adaleti askıya çıkaran bir yönetim biçimi aldı. Din araçsallaştırılarak bir iktidar olma ve orada kalma vasıtası haline getirildi. Devlet bir kişiden ibaret kaldı. Artık kurumlardan, tarihten süzülüp gelen bir devlet aklından söz etmek mümkün değil. Tek adam yönetimi, bir kişiyi her şey yaparken bir milleti hiçbir şey yaptı.

Bu kadar olumsuzlukla ne buna neden olan bir yönetimin ne de devletin ayakta kalması mümkün. Ancak mesele, bu olumsuzlukları çözecek güveni topluma aşılayacak bir muhalefet dinamiği ortaya koyabilmektir. Altılı masa toplantılarının artık partilerin dar koridorlarından çıkıp topluma yayılması gerekiyor. Herkes adresini belirleyip, koltuğuna oturduktan sonra sokağa çıkmanın çok fazla anlamı olmaz. Uzlaşamıyorlar, anlaşamıyorlar, kendi aralarında bile sorunları var çivisi bir defa kafalarda yer ederse onu kolay kolay söküp atamazsınız. Millet muhalefetin adayını ve meydanların kükreyişini görmek istiyor.