Geçtiğimiz hafta uzun zamandır planladığım Trakya’yı gezdim. Özellikle Edirne tarih kokan bir şehir. Selimiye, Ulu cami, Üç Şerefeli Cami gibi şaheserler Edirne'yi bu ülkenin mühür şehirlerinden biri haline getiriyor. Mühürden kastım, bizim damgamızı taşıması. Bugün Balkanlar’da elden çıkmış birçok şehir aynı özelliği taşıyor.

Edirne, Kırklareli gibi ilerde gezerken bir şey dikkatimi çekti. Belediyeler çeşitli etkinlikler yapıyorlar, eserler inşa ediyorlar, seçimlerden önce verdikleri sözleri yerine getirmeye çalışıyorlar. Proje veya festival gibi etkinliklerin afiş veya dövizlerinde belediye başkanlarının tek bir resmi yok. Belediye başkanları reklam afişlerine resimlerini koymuyorlar. Öyle şunu yapıyoruz bunu yapıyoruz gibi reklam pankartları da yok.

Batı ile Doğu arasındaki farklardan biri bu. Doğuya gelindikçe her köşede belediye başkanlarının resimleri ile karşılaşıyorsunuz. İşten, icraattan çok resim var. Bunlar kişiyi kült haline getiren Ortadoğu kültürünün bizdeki etkileri. İşi öne çıkarmak yerine kendimizi öne çıkarmayı tercih ediyoruz. Halbuki yapılan iş milletin parası ile yapılıyor. Belediye başkanları milletin parasını emanetçisi. Yaptıkları işi kendi keselerinden yapmıyorlar.

Bu pankartları bir de maliyeti var. O da milletten çıkıyor. Avrupa'da da Başbakanların, Cumhurbaşkanlarının resimlerini, fotoğraflarını göremezsiniz. Ama mesela on yıl kadar önce Mısır'a gitmiştik, her köşe başında Mübarek'in resimleri vardı. İslam putçuluğu yasaklar ama Batı'da heykeller vardır, bizde putlar. Oturduğumuz yerde put yontarız. Sonra da yonttuklarımızın kölesi oluruz. Bu kültür, birey olmayı, özgür düşünmeyi engelleyen bir kültürdür. Onun için başa gelen pohpohlana pohpohlana insan olmaktan uzaklaşıp kendinde insan üstü güçler vehmetmeye başlıyor. Ondan sonra milletçe bu gaileden nasıl kurtulacağız diye kara kara düşünmeye başlıyoruz. Bu tapınma hastalığından kurtulmadığımız müddetçe -sahte tanrıların- ayakları altında ezilmekten kurtulamayız.

CB’NIN CEMEVİ ZİYARETİ

CB Erdoğan geçen hafta Ankara'da bir Cemevi’nin iftarına katıldı. Eleştirenler, alkışlayanlar oldu. Demokrasi böyle bir şey, herkesten aynı tavrı bekleyemezsiniz. Yirmi yıllık bir gecikmeyle de olsa bu ziyareti olumlu buldum. Artık Alevi/Sünni ayrımcılığı bitmeli. İnsanların mezhebine, meşrebine, etnik kökenine bakarak kategorize etmek, ayırmak, farklı gözlerle bakmak doğru değil. Hepimiz bu vatanın çocuklarıyız. Herkes inancında özgürdür. İsteyen istediği şeye inanır. Zaten özgürlük olmadan sorumluluk olmaz.

Yirmi yıl gecikmeli, dedim, Alevi vatandaşlarımız da bu ihmali sorgulamışlardır.  Acaba anketler iktidar için başka şeyler söyleseydi bu ziyaret yine de olur muydu? Bu suale verilecek her cevap spekülasyondur. Ancak bu tip ziyaretlerin iz bırakmaması, muhatapları üzerinde etkili olmamasının sebebi budur. Zamanında yapılmayan bir iş, zamanı geçtikten sonra yapıldığında aynı etkiyi bırakmıyor. Cumhurbaşkanı bu ülkede herkesin Cumhurbaşkanıdır. Ne yazık ki, partili başkanlık sistemi ile birlikte herkesin olma vasfını kaybetti. Hem sistem buna müsait değildi hem de sn Erdoğan sadece partililerinin Cumhurbaşkanı gibi davrandı, partisinden olmayanları aşağıladı, hasım gibi gördü, hain ilan etti. Kılıçdaroğlu'nun -cibilliyetini- az mı sorguladı?  Böyle böyle bir kısım vatandaşlarımızı kendinden uzaklaştırdı. Şimdi Alevilere doğru bir adım atıyor ama Basra harap olduktan sonra.

Devlet adamı ile siyaset adamını ayıran budur. Biri kendine oynar, öbürü devlet ve milletin menfaatine oynar. Birinin önceliği nefsi, ötekinin milletidir. Kendini milletin üstünde, milleti kendine mecbur gören bu kibir politikası devam ettikçe toplumda oluşan çatlakları onarmak mümkün olmayacaktır. Çünkü bu siyaset tarzı, toplumu birbirine yaklaştırmıyor, tam tersine birbirinden uzaklaştırıyor. Onun için de bir türlü bir araya gelemiyor, enerjimizi birbirimizle didişerek tüketiyoruz.