Türkiye’de veya dünyanın herhangi bir ülkesinde yapılacak her seçimin, içinde bulunulan şartlar gereği büyük önemi haiz olduğunu hepimiz biliriz.

   Ancak, ülkemizde 2023 ‘te yapılacak seçimlerin; 2018’den beri uygulanmakta olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne karşı, güçler ayrılığını ortadan kaldırdığı ve yönetimde gücün tek elde bulundurması sonucunu doğurduğu gerekçeleriyle gündeme getirilen “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” talepleri nedeniyle, çok daha büyük önem kazanmış olduğu bir gerçektir.

   Başta “hukuk” olmak üzere, Türkiye’de demokrasinin tanıdığı “Temel Hak ve Hürriyetler” konusunda demokratik standartlar düzeyindeki uygulamalarda sıkıntılar yaşanmakla beraber, tek çıkış yolu, yine millî egemenliği temsil yetkisinin verileceği siyasî partilerin, bu vekâlet yetkisini lâyıkıyla yerine getirmelerinden geçmektedir.

   Millet adına vekâlete talip olmak, bilgi- birikim ve gücünü özverili bir şekilde milletin hizmetine sunmaya aday olmak, elbette takdir edilebilir bir karardır.

   Bizim sözümüz aday olmak isteyenlerden çok, Elazığ için söylersek, aday listelerinin oluşturulmasında, siyasî partilerin il teşkilatlarından genel merkeze kadar etkili ve yetkili kişi ve makam sahiplerinedir.

   Milletvekili listelerini oluşturacak yetkililerin önceliklerinin, “kazanacak veya partilerine en çok oyu getirecek aday” olması, siyasetin doğası gereğidir.  Ancak, bugünlerde Elazığ’da partilerin inisiyatifi dışında olduğunu gözlemlediğimiz bazı görüntüler, bizi tedirgin etmeye başlamıştır.

    Siyaseti, makam-mevki ve maddî çıkar aracı olarak gören kimi uyanıkların, kendilerine göre gelecek gördükleri partilerin kapılarını aşındırdıklarını, aday olmayı düşünen bazı bürokrat veya akademisyenlerin de işini gücünü bırakıp, partilerin toplantılarında boy gösterdiklerini ibretle izliyor ve ülkenin geleceği adına üzülüyoruz.

   Bir yandan da, Elazığ’dan çıkmış, bürokraside üst görevlere gelmiş veya iş hayatında yer edinmiş, ancak Elazığ ile hayat bağları zayıflamış flaş isimlerin adaylığı el altından piyasaya sürülür olmuştur.

   Elazığ, geçmişte bu tür siyasî taktiklere fazlasıyla kapılmış, dışı süslü, şatafatlı sonu hayal kırıklığından öteye geçmeyen projelere destek vermiş ve pişmanlıklar yaşamıştır. Şehrin orta yerinde bıraksanız, Elazığ’ın bilinen herhangi bir mahallesinin yolunu, yönünü bulamayacak kimi insanlar aday gösterilmiş ve parlamentoda temsil onuru bahşedilmiştir.

   Siyasî Partiler ve Seçim Kanunlarında bu yönde bir değişiklik yapılmadıkça,  istisnalar dışında, aday belirlemede yine partilerin genel merkezleri yetkili olacaklardır.

   Genel olarak uygulamada; adayın bilgisine, birikimine, dürüstlüğüne, temsil yeteneğine, toplumdaki karşılığına göre değil; genel merkez çevresindeki desteğine, ekonomik gücüne ve birtakım farklı bağlantılarına göre belirlenecek mevcut sistemde, olumlu sonuçlar beklemek hayal olacaktır.

   Uygulamada çok da geçerli olmadığını geçmiş deneyimlerimden görmüş olsam da, sonuçta bu kısır döngüyü kıracak olan tek gücün, vatandaşın sandıktan çıkacak gücü olacağı inancımı korumak istiyorum.

   “Her halükârda, oyumu partimin göstereceği adaya vereceğim.” ön yargısından kurtulmadıkça, ne bugünlerde vizyon belgeleriyle açıklanan “yüksek teknoloji üretimi” safhasına, ne de “3.4.sanayi devrimleri”ne ulaşma imkânımız bulunmamaktadır. 

   Zaman zaman, Elazığ’ın seçim tarihinden, alınacak ders niteliğinde örnek verdiğim 1957 seçimlerinde, DP’nin en güçlü olduğu dönemde Elazığ, CHP’ye 6-0 milletvekilliği vererek, demokratik tepkisini gösterdiği gibi, gerektiğinde bugün de oyunun kimsenin cebinde olmadığını göstermelidir.

   Tam ve kâmil anlamda bir demokrasiye ulaşmanın; vatandaşın, feraha ve refaha ulaşmasını sağlayacak en güçlü silahı olan “oy kullanma hakkı”ndan gelen gücünü, parti mensubiyetine rağmen, yerinde ve doğru kullanma iradesini göstermesine bağlı olduğu, aklın ve bilimin gösterdiği yoldur.