Çocukluğumdaki yılbaşı geceleri, günümüzdeki gibi memleket meselesi haline getirilmeden önce, sıradan günlerden biraz daha ayrı geçerdi. Yeni bir yılın iyi dileklerle karşılanması amacıyla yakınlarımızla bir araya gelinir, o akşam saatleri birlikte geçirilirdi.

Yılbaşı günleri hindi yenildiğini görmedim ama tavuk pişirildiğine tanık olmuşluğum vardır. Eğer tavuk pişirilmişse, pilavın içinden çıkan lades kemiği aile içinde keyif için tatlı bir yarışmaya dönüşür ve büyüklerin bu şakalaşmasını neşeyle izlerdik.

Yılbaşlarında piyango bileti almak da ayrı bir olaydı. İnsanların Millî Piyango kurumuna güveni bugünkünden fazla olduğundan, Nimet Abla gişesindeki kuyruklar oluşur, İstanbul’da yakını olanlar oradan bilet bulmaya çalışırlardı. Keban’da bilet satma işini gazete bayisi ya da Ağınlı Kenan Çobanoğlu yapardı.

Ailemizin gönderdiği tebrik kartları başka illerdeki tanıdıklara gider, onlardan da bize; çoğunluğu kar manzaralı, sanatçı fotoğrafları ya da şehir manzaraları olan kartların arkasına yazılmış yılbaşı kutlama zarfları gelirdi. Almancıların kartlarıysa oynatıldığında hareket eden fiyakalı türden olurdu.

Çocukluğumda, yılın son günü derslerimiz bir türlü geçmek bilmezdi.

Lüks sayılan mandalina, muz, portakal gibi ürünler o akşam yenilecek meyveler arasında görünürdü. Çerez olarak da menüde Ağın leblebisi, dut ya da üzüm pestili, orcik, badem ve ceviz içi, kayısı çekirdeği (çiğit) bulunurdu.

Keban’da, hemen her evde o dönem tek ısınma aracı kuzine sobalardı. Bu sobaların fırın bölümünde kestane, üzerinde de çay pişirilirdi. Çocuklar, o akşam, Coca Cola içmek istesek de o zamanki ekonomik koşullarda bu her zaman olası değildi. 

Her aile kendi ölçülerinde hazırlamış olduğu sade yılbaşı sofrasında yemek yer, birlikte kutlamak istedikleri yakınlarıyla oturur, yılın son dört-beş saatine birlikte girilirdi. Yemekten sonra, televizyonunun olmadığı tarihlerde büyüklerimizin sorduğu bilmeceler yanıtlanır, kimi zaman da tombala ya da isim-şehir oyunu oynanırdı. 

Televizyonun gelmesinden sonra, yılbaşlarında, Zeki Müren, Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses gibi prestijli sanatçıları ekranlarda görebilirdik. Yeni yıla girileceği anda Zeki Müren yeni yıl mesajını verir, ardından da Nurhan Damcıoğlu’ndan kantolar izlerdik.   

Televizyonun getirdiği bir başka yenilik de Millî Piyango çekilişinin canlı yayınlanmasıydı. Saatler 00.00’ı gösterdiğinde herkes birbirinin yeni yılını tebrik ederdi. Yeni yıl yeni bir umut yeni bir heyecan olarak görülürdü.

Belirttiğim gibi, yılbaşlarının memleket meselesi haline getirilmediği dönemlerde en mütedeyyin ailede bile bu manzaralar olabilirdi. Çünkü bunun günümüzdeki gibi “Hristiyan geleneği”, “gavur taklidi” olduğu gibi propagandalar olmazdı. Toplum, 31 Aralık günündeki yılbaşı ile 24 Aralık’ta Batının kutladığı “Noel”in aynı şeyler olmadığını bilir, bunun inancımıza bir zararı olmadığını muhakeme ederdi.

Osmanlı devrinde de Hicri takvime göre 1 Muharrem itibariyle yılbaşı kutlamaları yapılırdı. Muharrem ayının ilk günü resmî törenler olur, şairler yazdıkları şiirleri padişaha sunarlar ve yeni yıl için iyi dileklerde bulunurlardı. Batı gelenekleriyle ilk kutlamaysa 1829’da II. Mahmud zamanındadır.

Bizde, komşulara, yakınlara ikram gelenektir. Yılbaşını da böyle düşünmek, bu akşama başkaca bir anlam yüklememek gerekir. Kaldı ki, Batıdaki özel günlerdeki tüketim, eğlence ve taşkın davranışlarla bizdeki akrabalarla birlikte sade bir yemeği, iki mandalina ikramını, aynı nitelikte değerlendirmek doğru bir tutum da değildir.

Geçmişte kutlanan yılbaşı geceleri akrabalık ve komşuluk ilişkilerini perçinleyen, toplumsal dayanışma duygularımızı artırmaya yönelik etkinliklerdi.  

Yeni yılınızı içten dileklerimle kutluyor, 2022 yılının sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini diliyorum.