“....Mağaranın medhali (girişi) dar ve gayet derin ve karanlık olduğu  cihetle derununa (içine) bahçe sahiplerinin delaletiyle (kılavuzluğuyla) ve elde mum olduğu halde müşkülatla (zorlukla) girilebilmekte olmakla beraber temâşası hakkındaki arzuma galebe edemeyerek girip gördüm.

Havalar henüz tamamıyla ısınmadığından çok miktarda buz hasıl olmağa başlamamış idi.             

Buradan çıkıp civardaki bahçelerden birinde bir az istirahat ettik. Sahibi bize birçok meyve ikram etti ki bu meyanda (arada) bulunan dut ve kayısı hakikaten pek nefis idi.              

Hele içtiğimiz su o kadar soğuk idi ki tarif olunamaz. Zaten bu buzluk civarındaki bahçelerin suyu alel-umum (tümüyle) ziyade (çok) soğuk olurmuş.              

Buradan avdette (dönüşte) şose üzerinde nâm-i nâmi-i Hazret-i Hilafet-penâhiye (yüce adı padişaha ait)  mensup olmak üzere müceddeden (yeniden) inşâ edilmiş olan ‘Mekteb-i Mülkiye-i Hamidiye’ yi ziyaret eyledik.            

Mektebin binası gayet latif ve dil-nişin  bir tarzda olup temâşa-kerânı (izleyiciyi) bi-hakk takdire mecbur etmekte, hele bu binayı ihata eden cesim (büyük) bir bahçe revnak ve letafeti artırmaktadır.

Bu hadîka-i ruh-fezâ (ruh ferahlatan bahçe) hakikaten bir suret-i mükemmelde tarh ve tanzim edilmiş  ve buraya ihrac edilen su, bir tarz-ı bediîde vücuda getirilen iki havuza dökülerek nazar-frib ( göz aldatıcı) bir manzara arz etmekte bulunmuştur.              

Sâye-i maarif  vâye-i cenâb-ı şehr-yâr-ı azamîde (yüce padişahın koruma ve katkısıyla) sâhe-i vücuda gelmiş (meydana çıkmış) olan şu mektep feyiz mükessibde (fazilet kazandırmada) yüzlerce etfâl (çocuk) ve nur-ı seyyid-kânın niam-ı maarif ve tahsil (eğitim nimetiyle) ile mütenaim olduklarını (yetiştiklerini) görüp de iftihar etmemek mümkün mü?

Mektebin idarece ve tedrisatca (öğrenimce) gördüğüm intizam ve mükemmeliyeti dahi suret-i mahsusada (özel olarak) şâyan-ı takdir ve teşekkürdür.             

Mekteb-i mezkûru (bu okulu) güzelce temâşa ve müdür efendinin odasında da biraz ârâm ettikten (dinlendikten) sonra kasabaya geldik.              

Mamûretü’l-aziz vilayeti Vilayât-ı şahanenin (Osmanlı şehirlerinin) en mamurlarından biridir. Derece-i umrânı (kalkınması) şundan da istidlâl olunabilir ki (anlaşılabilir ki):

Merkez-i vilayetin her tarafı yekdiğerine birer çar-yek, yarımşar saat mesafede, üçer beşer yüz haneyi, müteaddit cevâmi (camiler) ve mesâcit (mescitler) ve saireyi şâmil, sebze ve meyve bahçelerini havi kurâ-yı cesime (büyük köyler) ile mâl-a-mâldır (dop doludur).

Buralarda gayri-mezrûa (ekilmedik) bir karış toprağa tesadüf edilmez denilse pek de mübalağa edilmiş olmaz.             

Miktarı üç yüz elliyi tecâvüz eden (geçen) kurâ-yı mezkûreden (sözü edilen köylerin) ekserinde (çoğunda) yetiştirilen sebze ve meyve dahil-i vilayette sarf olunduktan sonra külliyatla mütecâvir vilâyâta (çevre illere) de sevk ve ihraç olunur.             

Mamûretü’l-aziz ile civarında sebze ve meyveden maada (başka) her nevi hububat ile pamuk, kenevir,  pirinç ve külliyatlı patates dahi zer’ olunur (ekilir). Burada hasıl olan patatesin taamı (yenmesi) Malta’nınkine faik (üstün) bir derecede lezzetli olup bundan civâr vilâyâta (çevre illere) gönderiliyor. Kavun ve karpuz dahi buralarda gayet güzel ve çok yetiştirilmektedir.             

Mamûretü’l-aziz’e dair şimdilik malûmat ve müşahâdâtımı (bilgi ve gözlemlerimi) bu kadar yazabildim. Bî-Minne’t-âla yarın hareket edeceğim. Bundan sonraki mektubumu Ergani Madeninden yazarım. Bâki...”

(Son)