Siyaset millete hizmet için yapılır.

Hizmetten maksat, ülkenin problemlerinin çözülmesi, vatandaşın onurlu bir hayat sürecek ekonomik imkanlara kavuşması, yarınına güvenle bakacak bir huzur ortamının oluşturulmasıdır.

En temel ihtiyaçlarını bile gidermekte güçlük çeken, yarınına güvenle bakmayan, işi aşı olmayan insanların yaşadığı bir ülkede huzur olmaz.

Sendikalar 4 kişilik bir ailenin   açlık sınırının ortalama 2900-3000 TL civarında olduğunu söylüyorlar. Bu rakam ölmemek, sadece yaşayabilmek için gerekli olan miktar. İnsan gibi yaşamak için ise bunun birkaç katı paraya ihtiyaç var.

Oysa ülkemizde milyonlarca emekli açlık sınırının altında maaş alıyor.

Verilen zamlar enflasyonu bile karşılamıyor. Maaşlarda iyileşmeden söz edebilmek için enflasyonun üzerinde bir zam oranının söz konusu olması gerekir. Enflasyon yüzde 30'lardayken yüzde 3-4 zam verip emeklimizi ezdirmedik demek ucuz propagandadan başka bir şey değildir.

Lakin meseleyi sadece siyasetçilere havale etmemek gerekir. Susan, hakkını arama yürekliliğini göstermeyen bir toplum ezilmekten kurtulamaz.

Daha müreffeh şartlarda, sırtımız pek, karnımız tok, alnımız dik olarak yaşayabilirdik. Türkiye'nin kaynakları, insanlarımıza mutlu bir hayat yaşatacak imkanlara haizdir. Ne yazık ki, enerjimizi ülkemizi kalkındırmak, istihdamı artırmak, toplumu barıştırmak için harcamadık. Her vesile ile ya kavga ettik, ya da ettirildik. İktidarlarını sürdürmek isteyen her heyet, çareyi toplumu kamplaştırmada buldu. Aynı kıbleye yönelen, aynı Allah'a inanan, aynı hassasiyetleri taşıyan,aynı vatanı paylaşan insanlar olarak birbirimizle hasım hale getirildik.

İslam fitnenin cinayetten ağır bir suç olduğunu söyler.(Bakara 191-192) Çünkü fitne toplu cinayettir. Toplumu birbirine düşürmektir.İnsanların ortak ülküler etrafında toplanmasına mâni olmaktır. Bir toplumda kalpler ayrılırsa o toplumu hiçbir tutkal yapıştıramaz.

Dövüşen toplumlar fakirleşir, esas meseleleri ihmal eder. Enerjisini boşa harcar, dikkatini ülkenin kalkınmasına değil, hasmına verir.

Bugün de öyle değil miyiz?

Halbuki bu kadar çok kavga eden bir topluluk olarak yaşadıklarımızdan dersler çıkarmamız gerekirdi. İnsan, partilere, ideolojilere, liderlere feda edilecek basit bir malzeme değildir. O eşref-i mahlukattır. İdeolojilerin, partilerin üzerindedir. İnsanı yaratıcının en yüksek değer olarak yarattığını idrak etmedikçe birbirimizi harcamaya devam ederiz. Biz dövüşürüz, bizim göz yaşlarımız üzerinde başkaları saltanat sürer.

Alevisi- sünnisi, doğulusu batılısı ile biz biriz ve Türk milletiyiz. Kültürümüzün, imanımızın hamuru aynıdır. Bizi birbirimize düşüren hiçbir siyaset meşru değildir.

Birinci Dünya Savaşından sonra hiç savaş yapmadık. İkinci dünya savaşının dışında kaldık. 1950-53'de Güney Kore yerle bir oldu. Oraya askerimizi göndermiştik. İkinci dünya savaşında Almanya yakıp yıkıldı. Fabrikaları sökülerek Rusya'ya götürüldü. Ama Almanya’da, Güney Kore de o yıkıntılar arasından sıyrılarak zengin birer ülke haline geldiler. Almanya Avrupa'nın yıldızı oldu, Güney Kore Asya'nın. Çünkü biz içimizde sen-ben, alevi-sünni, laik-anti laik şu parti- bu parti kavgası yaparken, onlar farklılıklarını zenginlik sayıp sırt sırta verip ülkelerini medeniyet yarışının en ön safına taşıdılar.  Almanya'da kişi başına düşen milli gelir 40 bin doların üzerinde iken, Güney Kore'de 31.750 dolar. Kıbrıs'ı saymazsak yüz yıldır savaş görmeyen Türkiye'nin fert başına milli geliri ise sadece 7500-8000 dolar.

Şimdi soruyorum, enerjimizi birbirimizi yiyerek tüketmek mi iyi, yoksa omuz omuza verip, bu kutsal vatanla birlikte refaha huzura, barışa kavuşmak mı daha iyi?

Bizi dövüştüren bizden değildir!