Başörtü tartışması beyhude bir tartışma. Bugün öyle bir sorun yok. Durup dururken bu konuyu yeniden gündem yapmak, toplumun asıl meselelerini örtmek içindir.

Bir toplum bu kadar sene aynı şeyleri tartışır mı? Biz tartışıyoruz işte. Olmayan bir sorun üzerinden siyaset yapmak kimseye fayda getirmez.

CHP toplumun değerleri ile barışmak istiyor, bırakalım barışsın. Bunun kimseye zararı olmaz. Tam tersine farklı değerler üzerinde ayrışan toplumlar sonunda çatışırlar. Bunun da bize hepimize zarardan başka getirisi olmaz.

AKP, ‘’Bu alan benim alanım, din benim tapulu malım, bu alanda benden başka kimse laf söyleyemez’’ diyor. Dini partileştirmekten, onu kendi tutsağı gibi görmekten daha yaralayıcı, daha örseleyici bir şey olabilir mi? Bu milleti her partilisiyle İslam şemsiyesi altında tutmak varken bazılarını itip kakıp dışarı atmak kime ne fayda getirir?

Yıllar sonra tekrar başörtüsüne dönüp onun üzerinden siyaset yapmak neye benziyor biliyor musunuz? Aynı fabrikanın temelini birkaç defa atmaya benziyor. Bazı siyasetçiler bunu alışkanlık haline getirdi. Aynı temeli durup durup atıyorlar. Nasıl olsa vatandaş unutuyor diyorlar. Bugün sorunumuz başörtüsü değil. Bu ülkenin acil sorunu enflasyon, hayat pahalılığı, adaletsizlik, rüşvet, yolsuzluk, iltimas, israf…

Başta iktidar olmak üzere partiler asıl bu konularla ilgilenmeli. Başörtüsü ile kimse bu sorunların üstünü örtemez.

Hep aynı şeyleri konuşmak artık kabak tadı verdi. Bir türlü asıl meselelerimize gelemiyoruz. Bu sorun çok gerilerde kaldı. Kimse bir daha böyle bir yasağı ne dener ne düşünür. Aksini söyleyen, toplumun korkularını istismar ederek başörtüsünü bir defa daha oy malzemesi haline getirmek istiyor. Ama artık bu oyunlara milletçe doyduk. Hepimiz dindar olmakla, dindar görünmek arasındaki farkı biliyoruz. Bu dindarlık değil, düpedüz din bezirganlığı. Böyle yaparak dine hizmet edilmez, tam aksine insanlar dinden soğutulur. Bunu yapanlara bakarak kimse dine sempati duymaz.

Memleketi yönetenlerin görevi ülke sorunlarını çözmektir. Din satarak oy toplamak değil.

SOSYAL BELEDİYECİLİK ZAMANI!

Soğuklar bastırdı. Her şey ateş pahası. Doğalgaz fiyatları geçen yıla göre yüzde 54 arttı. Daha da artacak. Odunun, kömürün yanına yaklaşılmıyor. Isınmak için bu yıl daha çok masraf yapacağız. Daha çok elektrik, daha çok doğalgaz ödeyeceğiz.

Anneler çocuklarını okula gönderirken beslenme kaplarını dolduramıyor. Bazılarımızın çocukları karınlarını doyururken bazıları aç kalıyor. Boş beslenme kabıyla okula giden bir çocuğun yan gözlerle yanındakine baktığını hayal edin. Ne kadar iç parçalayıcı değil mi?

Belediyelerin yol, su, çöp toplama gibi işler yapmaları, kültürel etkinliklerde bulunmaları elbette küçümsenemez. Ama insanların birinci ihtiyaçları karınlarını doyurmak ve güvenli bir dünyada yaşamaktır. Bazı belediyeler öğrencilere tost gibi atıştırmalıklar veriyor. Bu, öğrencilerinin az da olsa bir ihtiyaçlarını karşılıyor. Elazığ zengin bir şehir değil, perişanlık içinde olan kenar mahalleler var. Aç yatanın vebali tok yatanın üzerinedir! Belediyeler, bu gibi dönemlerde ağırlıklarını sosyal yardımlara vermelidir. Ankara'da Mansur Yavaş, İstanbul'da İmamoğlu yapıyor. Pekâlâ Elazığ Belediyesi de yapabilir. Kenar mahalle okullarında, çocukların beslenme kaplarına katkıda bulunabilir. Süt, tost, meyve gibi şeyler dağıtabilir. Odun, kömür dağıtımını artırabilir. Askıda elektrik faturası uygulaması başlatarak faturasını ödeyemeyenlerin faturalarını ödeyebilir. Hollanda'da görmüştüm, belediyelerin kirada binlerce evi vardı. Bu hem evsizleri sokaktan kurtarıyor, hem de kiralara ayar veriyordu. Daha birçok şey yapılabilir. Sosyal belediyeciliğe dönmemiz gereken bir dönemdeyiz. Bu tür işlerin maliyeti düşük ama topluma katkısı büyük olur. Ne kadar çok yara sararsak o kadar insan ve millet oluruz.