İlk defa kırk yıl önce feribota binerek Tunceli'nin Pertek ilçesi' ne gitmiştim. Kırk yıl sonra yeniden gördüğüm Pertek değişmemiş. Uzaktan görüntüsü ile sizi kendisine çeken taraflarının farkına varmadan ılıyıverirsiniz. Pertek’ ten Harput görünür. Yüzünü Harput’a doğru çevirmiştir. Ticari ve hatta siyasi faaliyetleri ile Elâzığ ile bütünleşmiştir. Şehir içindeki koca çınarlar Pertek’ in asil duruşunun sembolü olmuşlardır. Sırtını dayadığı bomboz dağa inat yeşilliği ile nazar boncuğu gibi karşınızda durur. Yeşil Pertek olarak da bilinen ilçede nüfus, Türkmen aşiretleri ile meskûndur. Harput’u Pertek’ e bağlayan köprünün üzerinden suların yükselişi neredeyse 60 sene oldu. Keban baraj gölünün suları altındaki köprü zarif yapısı tek gözlü kemeri ile hatırlayanların hafızalarındadır.

     Pertek, feribot ile Harput’la arasındaki mesafeyi kısaltmaktadır. İstanbul’daki arabalı feribotlardan biraz daha küçüktürler. Feribotların baraj suları üzerinde seyrüsefer yaparken çevresinde uçuşan martıların varlığı insana İstanbul boğazı'ndan karşıya geçiyormuş hissini veriyor. Elâzığ'dan Tunceli'ye kestirmeden gitmek isteyenler bu yolu tercih ediyorlar. Bazı zamanlarda bu yolda yoğunluktan dolayı uzun araç kuyrukları oluşmaktadır.

     Pertek, sırtını yasladığı dağın eteklerinden Harput’a bakarken çevresinde yeşillikler ile adeta kendisini gizlemektedir. Eski toprak damlı evlerin yerini şimdilerde madeni çatılar almış, bu çatılar ise uzaklardan pırıl pırıl parlamaktadır. Üzüm bağları ve meyve bahçelerinin yeşilliği etrafa bambaşka bir güzellik katmaktadır. Pertek kalesi eski yaşanmışlıkları geride bırakarak baraj gölünün içinde bir ada olarak münzevi bir hayata dönmüş ve etrafında yüzen feribotlara kuşlara simit atan yolculara boynunu bükmüş bir şekilde varlığını sürdürmektedir.

     Elâzığ-Tunceli arası en kısa yol Pertek üzerinden sağlanan yoldur. Bu yol ile birlikte başka alternatif yollar da vardır. Biz çok daha uzun bir yolu tercih etmeye karar vererek Pertek’ e varmadan sola dönüp yönümüzü Ovacık istikametine çevirdik. Yolumuzun üzerinde Tunceli’nin Hozat ilçesi bulunmaktadır. 1937 yılı Kasım ayında Atatürk ölmeden evvel son gezisini yaptığı yerler arasında Pertek de bulunuyordu. Pertek’e geliş amacından birisi de hayatta iken en son yaptırdığı köprünün açılışını yapmaktı. Köprü olmadan evvel Hozat ile Pertek arasındaki ulaşım için Murat ırmağının kolları arasındaki debisi yüksek sulardan geçmek gerekiyordu. Elbiseler çıkarılmadan geçmenin zorluğundan Soyungeç ismi verilmişti. Atatürk köprünün açılışı sırasında Soyungeç yerine sinerek geçmek anlamına gelen Singeç ismini vermiştir. Atatürk hasta hali ile köprünün açılışını yaptı. Tek gözlü geniş kemerli köprü Hozat’ı Pertek’ e bağlayarak 1937 yılında ulaşıma açılması çok büyük bir ihtiyacı karşılamıştır. Ulaşımda hâlâ bu köprü kullanılmaktadır. Atatürk, yanında Ali Çetinkaya, Sabiha Gökçen ve Celal Bayar olduğu halde köprüyü hizmete açmıştır. Şimdilerde ise yol ihtiyacının artması ve araç sayısındaki artıştan dolayı mevcut köprü ihtiyaca cevap vermediğinden dolayı daha büyük bir köprü yapılmaktadır.

     Hozat’a ulaşmak için Singeç köprüsünü kullandıktan bir müddet sonra Çemişgezek yol ayrımına ulaşılır. Dağa doğru tırmanan yolun başlangıcından itibaren geride bırakılan bozkıra inat yeşilliklerin artarak ormana dönüştüğünü görürsünüz. Meşe ormanları ile kaplı dağ yamaçlarının arasında saklı bir hayatın varlığını yol ilerleyince görülür. Yaban hayatı ile birlikte koyunların arasında dolaşan ya da meşe dalları üzerinde aynı anda iki keçinin birden bulunduğunu görmek mümkündür. Singeç köprüsünü geçince heyecanlı bir güzergâh üzerinde olduğunuzu anlayacaksınız.

     Hozat'a varmak için dağ yolunu tırmanarak geçmek gerekir. Hozat, dağların arasına sıkışmış sarp bir yerde kurulmuştur. Uzaktan bakıldığında büyük bir köy görüntüsü veren ilçe meşe ormanları ile kaplı dağlarla süslüdür. Yakından bakıldığında bir cadde ve etrafında kümelenmiş tek katlı evlerle Anadolu’da gözden ırak olmuş bir kasaba görüntüsü vermektedir. Tabiatın karakteri insanlarına da etki etmiş olacak ki çekingen, ürkek bu insanların samimi davranışları karşısında ise şaşırır kalırsınız. Meşelikler ve dağlar ilk olarak keçileri akla getirir. Keçi sürülerinin yanında merkep, çoban ve köpeklerin varlığı uzun zamandan beri görmediğiniz manzaralar ise seyahatinizin bereketi olarak karşınıza çıkar. Munzur dağlarının ormanlık alanlarında keçi sürüleri ve koyunları bir arada görmek mümkündür. Göçer aşiretlerin dönüş vaktine rastladığımız Ekim ayının ortalarında sürüleri ile güneye inen ailelerin görüntüsü dağ ve orman manzaralarının süsü olmanın gururunu taşımaktadır. Şavak aşiretinin sürüleri dağları süslemekle kalmayarak sürülerinden elde ettikleri ürünlerini bütün Türkiye’ye pazarlamaktadırlar. Şavak aşireti Çemişgezek ve Pertek arasında kalan bölgede en eski Türk hayat tarzını yani konargöçerlik geleneklerini devam ettirmektedirler. Çağın standartlarına uyarak motorize güçlerden de istifade ettiklerini söyleyelim. Güneyden gelen başka aşiretlerin Munzur dağlarında sürülerini otlattıkları da bilinmektedir.

     Mevsim sonbahar sarı renkler tonları ile birlikte hemen her yerde görülüyor. Issız dağların yamaçlarına kurulan köylerin varlığı, kimsesiz dağlarda otlayan kuzuların, meşe ağaçlarının dalları üzerinde raks eden keçilerin, uzaktan havlayan kırma çoban köpeklerinin sesleri, hayatın devam ettiğinin işaretleri olarak yolculara eşlik ediyor. Tek şeritli yolun ıssız dağ eteklerinden kıvrılarak dağın en tepesine kadar çıkarken kulaklarınız uğuldar. Bu sırada kulaklarınız daldığınız hayal âleminden sizi uyandırır.

     Yukarı Fırat havzasının batısında yer alan Munzur Dağları (3.300 m) eteklerinin 1.300 metre yüksekliğinin olduğu yerde Gözeler diye tabir edilen bölgeye ulaşılmaktadır. Hozat’ın kurulu olduğu dağın zirvesine çıktığınızda başka bir dünya ile karşılaştığınızı düşünmekten kendiniz alamazsınız. Dağların arasında saklanmış geniş uzun bir ova ile karşılaşınca hayretleriniz ve hayalleriniz daha da artarak birbirine karışmaktadır. Hayretiniz böyle bir manzarayı hayal etmediğinizdendir. Görür görmez hemen ovaya inemiyorsunuz. Dağı tırmanırken süratiniz ne kadarsa ancak o süratle inmek zorunda kalıyorsunuz. Tek şeritli dolambaçlı yollar sizi buna mecbur eder. Çıkarken gördüğünüz insan sayısından inerken gördüğünüz insan sayısının daha fazla olduğunu hemen fark edersiniz. Nasıl fark edilmesin ki? Bağların bahçelerin arasında gezen insanların yol kenarında kurulan elma, üzüm, armut ve bal tezgahlarının başındaki kalabalıkları hemen fark edersiniz. Dağların arasında Ovacık adı verilen geniş uzun düzlükte Ovacık ilçesi kurulmuştur. Ovacık ilçesinin sakinleri geçimlerini tarım ve hayvancılık ile uğraşarak sağlamaktadırlar. Bununla birlikte bilhassa yaz aylarında Turizm canlılığı esnaf için geçim kaynağı olmuştur. Ziyaret köyü turizm ile birlikte nohut ve mercimek üretimi yaparken arıcılıkta da hayli mesafe katetmiş görünmektedirler. Ovacık balının bu sebepten kıymetli olduğunu söyleyenlerin sayısı hayli fazladır. Meşe ağaçları keven, kekik ve daha başka çiçekler arılar için kıymetli çiçekler olduğunu ilgililer ifade etmektedirler. Dağlardaki zengin çiçek çeşitliliği ile birlikte Ovacık bal üretimi ile bütün Türkiye’de adından bahsettirmesini bilmiştir. Dağların yamaçlarında kurulan arı kovanlarının çokluğu bal üretiminin önemli bir delilidir. Sıra halinde dizilen arı kovanları yerleştirildikleri yere Munzur güzelinin boynundaki gerdanlık gibi durmaktadırlar. Sonbahar olmasına rağmen dağları kaplayan sık meşe ormanlarının yeşilliği ile Munzur suyu boyunca bitmeyen yeşillikler bal üretimi için bulunmaz bir çiçek ormanı halini almıştır. İlkbaharın müjdesi çiğdem çiçeği arıların üzerinde oynaştığı ilk göz ağrılarıdır. Son göz ağrıları da adına vargit çiçekleri de denilen çiğdemlerdir. Kar yağışının habercisi vargit çiçekleri aynı zamanda dağlarda sürülerini yayan konargöçer Türkmen aşiretlerinin evinize dönün talimatı verircesine mavi çiçekleri ile haber vermektedirler.

     Gözeler mevkîsine gelindiğinde bir an evvel yatağına akmak için taşların arasından, kayaların altından yerden kaynayarak yeryüzüne çıkan su hemen çağlamaya başlıyor. Suyun hangi derinlikten nereden ve nasıl çıktığını düşünmekten hiç kimse kendisini alamaz. Yerden kayaların arasından çıktığından itibaren annesinin kucağından zorla alınan yavru gibi haykırmakta çığlıklar atmakta kendisini taştan taşa vurarak adeta feryad ederek mecrasına doğru hareket eder. Kısa bir zaman sonra sakinleşir. Farklı yerlerden kayaların arasından çıkan sular birleşip ortak bir hayata doğru akmak için nazlanarak yol alır. Bir müddet sakinleştikten sonra çağlayanlar meydana getirerek bütün canlıları hayatın nasıl yaşanacağını dair çıkardığı seslerle başına toplar. İnsanlar, kırmızı pullu alabalıklar, ayılar, yaban keçileri ve diğerleri tekmili birden başlarını tertemiz akan suya daldırarak kana kana içerek tadını çıkarırlar.

     Çok konuşanlar, çok bildiklerini dillendirenler Munzur’un akışındaki heyecan karşısında temkinli bir sükutu tercih etmek zorundalar. Bir müddet sonra Munzur’da huzursuzluğundan, hasretinden, firkatten çıkardığı taşkınlıkları sona erdirerek sakinleşir.

        Hakk’ı biz bulduk deyü zannetmesin ashabı kal

     Cuylar ki deryaya varıp hamûş olurlar

Hayali Bey’in 500 sene evvel söylediğini Munzur yeni duymuş misali baraj gölüne gelince intizarlı bir sükûnete kavuşur.

     Munzur dağlarının eteklerinden mevsimine göre kayaların arasından sızan suların soğukluğunu suyu avuçlamak için ellerinizi soktuğunuzda anlarsınız. Ellerinizi suya soktuktan sonra suyun soğukluğundan dolayı şok yaşamamanızın imkânı yoktur. Ellerinizi biraz beklettiğinizde sizden koptuğu hissine kapılırsınız. İstediğiniz kadar suyu avuçlayarak içebilirsiniz. İçtiğiniz suyun boğazınızdan geçerken damağınıza değen kar tadını sonradan unutmanız imkânsızdır. Suyun gözeleri üzerinde bölgenin kutsal olduğuna inanan insanların huşu içinde ellerini kalplerinin üzerine koyarak ya da bir iğde dalına bağladıkları bezlerle dilek dileyenlerin samimi davranışları arasında suyun yerden kaynayan sesine iştirak ederek niyazlara karışmasını hissedebilirsiniz. Munzur Dede’nin sırlara karıştığına inanılan kaya kütlelerinin bulunduğu alanda yakılan çıra ve mumların siyahlaştırdığı taşların üzerinde ince dumanların izleri ve mum kokuları sizi kendine çeker. Asırlık meşe ağacının altında ziyaretçilere çıra ve mum satan baş örtülü hanımların mütevazı, sakin, güler yüzlü davranışları kendiliğinden rehberlik vazifesi görürken, onlara soru sormaktan kendinizi alamıyorsunuz. Bu hanımların sorulara alışık oldukları her hallerinden belli. Düzgün konuşmaları sırasında profesyonel bir konuşmacı gibi hemen her bir detay hakkında bilgi vermeleri insanı hayrete düşürmektedir. Birisinin dedenin hem anne hem de baba tarafından ahfadı olduğunu övünerek ancak mütevazı itirafı karşısında şaşkınlığınızı gizleyemiyor ve içinizden onlara karşı saygı duyuyorsunuz. Vaktiniz varsa Munzur efsanesini dinleyebilirsiniz. Meşe ağacının kutsallığını ya da ağaca nasıl ve niçin niyaz edip öptüklerini çıra satan hanımlardan dinleme zevkini tadabilirsiniz.

     Gözelerden ayrılırken sizi uğurlayan ve yanınızdan ayrılmaya niyeti olmayan Munzur ile birlikte 1.300 rakımlı Ovacık yaylasından aşağı doğru hareket etmeye başladığınızda dağların cömert tavırlarına yakından şahit oluyorsunuz. Ovacık geniş arazisi üzerinde sınırlı miktarda tarım yapılmaktadır. Tarımı yapılan ürünlerin lezzeti tartışma götürmez niteliktedir.

     Munzur sizi bırakmazken tadına doyum olmayan manzarası karşısında kendinizi başka bir âlemin içinde hissedersiniz. Daracık karayolunun üzerine düşen taşları yaban keçilerinin su içmek için Munzur’a vardıkları zaman döktükleri bilinmektedir. Her an karşınıza yaban keçileri çıkabilir ikazı, daha dikkatli araç kullanmanıza vesile olmaktadır. Şanslıysanız görebilirsiniz. Daracık yolların yanından akan Munzur’un sularında olta ile kırmızı benekli alabalık avlayanlar, semaverlerine Munzur’un suyunu doldurup fokurdatanlar yakaladıkları balıkları ızgarada pişirenlerin keyfine diyecek yok. Bu manzara Tunceli’ye kadar devam eder. Munzur ile başlayan yolculuk Munzur ile biter. Siz menzile ulaşmışsınız ancak Munzur daha alacak çok mesafesi olduğunu bilemeden birdenbire hâmûşana karışır.

     Munzur olmasaydı Tunceli olur muydu? Kim bilir, ancak bölgede Akkoyunlu Devleti’nin uzun yıllar hüküm sürdüğü mezar taşlarının koyun şeklinde yapılışlarından rahatlıkla anlaşılabilir. Akkoyunluların memleketinde şimdilerde Kalan, Dersim ve Tunceli isimleri kullanılmaktadır. İsmi ne olursa olsun isteyen istediği isimle seslenebilir. Munzur, Ovacık, Hozat, Pertek ve Atatürk’ ün hatırasını taşıyan Singeç ebedi Türk yurdu olarak varlığını sürdürecektir. Kendi coğrafyamızı tanımak daha çok sevmemize vesile olur. Bu da ancak tanımak ve bilmekle mümkündür. Tanıdıktan sonra sevmenin lezzetinin tarifi olmaz. Tunceli ve çevresini tanımak büyük bir hazine sahibi olmaktan daha değerlidir.

16.10.2022 Tunceli