‘’Kurumlar’’ deyince kastettiğim; yasama, yürütme ve yargı, partiler, silahlı kuvvetler, emniyet dahil olmak üzere devlet bürokrasisinin tamamı, anaokulundan araştırma ağırlıklı üniversiteye kadarki bütün eğitim kurumlarıdır. Sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını ve dernekleri de bu başlık altında düşünebilirsiniz. Özel ve Kamu bankaları dahil bütün şirketler de geniş anlamda Ülkenin kurumlarıdırlar. Bazı kurumlar doğrudan devlete aittir. Hepsinin çalışma kurallarını devlet belirler ve kurduğu denetleme kurumlarıyla da bunları denetler. Modern demokrasilerde kurum ve kuruluşların hesap verebilir ve denetlenebilir olması en önemli kuraldır. Bazı üniversiteler devletindir, bazıları özeldir. Ancak YÖK gibi hepsini denetleyen devlet kurumları vardır. Bankalar ve finans kurumlarının bir kısmı devletin, bir kısmı özel sektöründür fakat bunların çalışma kurallarını devlet koyar Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu gibi kurumlar da bu kurallara uyulmasını temin eder. Medya genellikle özeldir ama onu da denetleyen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu gibi resmi kurumlar vardır.

               Tarif böyle iken, devleti, dolayısıyla devletin esas sahibi olan MİLLET’i daha iyi duruma getirenin veya öldürenin de kurumlar olduğu anlaşılır. Hatta devleti, bir bakıma kurumların toplamı diye tarif etmek mümkündür. Devlet kurumlardan ibarettir.

·        İnsan kalitesini, insan sermayesini inşa sorumluluğunu taşıyanlar, doğrudan devlete ait veya devletin yürütme gücünün yönlendirmesiyle hareket eden ve devletçe denetlenen eğitim kurumlarıdır.

·        Liyakate göre tayin ve terfi ettirecek makam da, işin cinsine göre kurumlardır.

·        Kanun hâkimiyetini, siyasî ve mali istikrarı kurup devam ettirme yükümlülüğü de ilgili kurumlardadır.

·        Yolsuzluğa engel olacak, emniyeti tesis edecek, bizi iç ve dış düşmanlardan koruyacak, dünya milletleri arasında çıkarlarımızı koruyacak olanlar da hep kurumlarımızdır.

 Yakın zamanda ‘’Güçlü ordu, güçlü Türkiye’’ diye bir slogan ortaya atılmıştı. Slogan doğrudur ama eksiktir. Güçlü Türkiye, güçlü kurumlar demektir. Güçlü eğitim, güçlü yürütme, güçlü yargı, güçlü yasama ve diğerleri. O halde ‘’Güçlü kurumlar, güçlü Türkiye’’ veya kısaca ‘’Güçlü devlet’’ demek yeterlidir diye düşünüyorum. Peki… güçlü kurumları nasıl elde edebiliriz ki güçlü Türkiye’yi kurabilelim?

       Devletin gücü kanun çıkarmakta değildir. İleri görüşlü, ihtiyaca cevap veren kanunlar muhakkak ki çıkarılacaktır. Fakat kendine devlet diyen ve bir yasama organına sahip olduğunu iddia eden her devletimsi, iyi veya kötü kanun çıkarabilir. Devletin gücü çıkardığı kanunları uygulayabilme kabiliyetindedir. Devletin gücü kurumların hedeflerine, ülkülerine (vizyonlarına) ulaşıp ulaşamadıklarıyla, görevlerini yerine getirip getiremedikleriyle ölçülür.

      Kalkınmayı ve refahı devletin sağlayacağını iddia eden devletçilerin, devletin güçlü olmasına bir itirazları yoktur. Fakat devletin küçülmesini talep eden en büyük liberaller de devletin güçlü olması gerektiğini tecrübeleriyle keşfetmişlerdir. Bunun en çarpıcı ifadesi, Reagan ve Thatcher döneminin en anti-büyük-devletçi ve en liberal iktisatçılarından Milton Friedman’a aittir; ‘’ Sovyet bloğundan yeni ayrılmış ülkelere ‘ özelleştirin, özelleştirin, özelleştirin’ diyordum. Yanılmışım. Şimdi anlaşılıyor ki kanun hâkimiyeti, özelleştirmeden daha temel bir meseleymiş.’’ Şüphe yok ki kanun hâkimiyeti güçlü devletle kurulabilir. Friedman, kanun hâkimiyeti bulunmayan ülkelerde yapılan özelleştirmelerin hırsızlık ve yağmaya dönüştüğünü söylüyor. Gerçekten kanun hâkimiyeti yokluğunda yapılan özelleştirmeler yandaşları kısa yoldan zenginleştirme operasyonlarına dönüşür, tabiatıyla bu operasyonun başındaki sözde devlet adamı da yağmadan payını alır. Sovyet sonrası Rusya bu hale eşsiz bir örnektir. Daha yakın ve daha yeni örnekler için çevrenize bakmak yeterlidir.

       Kanun hâkimiyetini sağlayacak kurum, her şeyden önce bağımsız adalet mekanizmasıdır. Bu devletin temelindeki kurumdur. Hazreti Ömer’e atfedilen ‘’ Adalet mülkün temelidir’’ sözünün anlamı budur; devletin temelinin adalete ve adaleti sağlayacak kanunların hâkimiyetine dayanmasıdır. Bu sözdeki ‘’mülk’’ kelimesinden çoğu kişiler mal, mülk, apartman ve benzerlerinin kastedildiğini anlarlar. Halbuki mülk, devlet demektir. Bundan türeyen melik ise devlet başkanı anlamındadır.

       Güçlü devlet çok kanun çıkaran, hayatın her alanına burnunu sokan devlet değildir. Güçlü devlet, sadece asıl görevlerini yapan, fakat bunu kesinlikle, tavizsiz ve istisnasız yapabilen devlettir. Güçlü devlet özel teşebbüsü caydıracak kadar çok vergi toplamaz ama toplayacağını ilan ettiği vergiyi de mutlaka ve herkesten toplar. Güçlü devlet yüzlerce yasak koymaz ama koyduğu yasak gerçekten yasaklayıcıdır. Güçlü devlet gerek iç güvenlikte, gerekse dış güvenlik konularında tavizsizdir. Falan şey yasak ama hadi bu seferlik göz yumuverelim, Türkiye’ye yabancıların girişinin nasıl yapılacağı kanunla belirlenmiştir ama ‘’bu şartlarda bırakıverelim’’, tavizdir. Vergide yandaşa yüklenmeyip muhalifin üzerine gitmek kanundan tavizdir. Devletin kanunlarından verilen her taviz, devletin sonunun başlangıcıdır.

       İç güvenlik devlet olmanın minimal şartıdır. Sosyolojinin önde gelenlerinden Weber, devleti, ‘’Belli sınırlar içinde şiddet kullanma tekeli’’ diye tarif eder. Ülkesinin bir bölümünde başka bir şahıs veya bir örgütün şiddet kullanmasına göz yuman bir iktidar, devletin yıkılması için ilk kazmayı vurmuş gibidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son asırlarından bugüne kadar, Türk Devleti’nin de baş problemlerinden biri ülkenin çeşitli bölgelerinde devletin şiddet tekelini kırmaya kalkan şakiler, çeteler, zorbalar, aşiretler ve silaha, zorbalığa dayanan örgütlerdir.

       İnşallah gelecek yazımda da “Devletin güç ölçüleri” ile ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak ümidiyle.