Bir önceki Ramazan sohbetleri konumuz, İbrahim’i dinler ve karşı din yani şirk dini idi. Sohbetime dahil olan okurların bazı itirazları olabilir. Daha önceki bir yazımda da bahsetmiştim; fikirler her zaman tartışılmalıdır. Önemli olan fikirler değil insanların mutluluğudur, huzurudur. Günümüz dünyasına baktığımızda özellikle Müslüman ülkelerdeki insanların mutsuz olduklarını görmek, düşünen her insan gibi bizleri de üzmektedir. Bu nedenle bu olumsuzluğu ortadan kaldırmak için sadece yönetimde olanların değil, herkesin çözüm araması noktasında sorumlulukları olduğunu düşünerek, ‘’bu duruma nasıl geldik’’ in muhasebesini yapmak zorunda olduğumuz düşüncesindeyim.

               Din aracılığı ile kulluk etme duygusu; insanları tevhide yönelmeye, alemlere hakim olan bu kudreti tanımaya ve neticede irade sahibi dipdiri bir güç olan ve bir amaca hizmet eden alemi bu şekliyle tanımamıza sebep olur. Aynı şekilde bu kulluk duygusu tevhid dini sayesinde tarihte insanlığın vahdeti; bütün soyların, sınıfların, aşiretlerin, ailelerin ve kişilerin birliği; hakların, hukukların, değerlerin, şeref ve haysiyetin birliği olarak tecelli eder.

               Diğer taraftan yine bu din, bu dini duygu, tarihteki varlığını şirk boyutuyla devam ettiriyor. Bu devamlılık öyle bir hal almıştır ki tevhid dinin karşısına en büyük güç olarak çıkmış ve tevhid dininin yayılmasına en çok direnen ve en şiddetli biçimde karşı çıkan şirk dini olmuştur.

               Bütün dinleri bu açıdan tek tek ele almaya imkân yoktur. Ancak en azından kendilerine kitap gönderilen peygamberler ile ilgili olarak, bunların hayatlarına ilişkin az da olsa aşina olduğumuz ölçüde şirk dinini anlatabiliriz. Bu anlatıma Musa ile başlayabiliriz. Musa’ya karşı ayaklanan ve onun hareketine en büyük zararı verenlerden biri Samiri, bir diğeri de Belam Baura. Musa yıllar süren bir çilenin ve mücadelenin sonucunda kavmini tek olan Allah’la tanıştırmaya ve kendi toplumunda, şirk dininin biçimlerinden olan hurafelere, buzağıya ve puta kulluğun kökünü kazımaya muvaffak oluyor. Derken Samiri, Musa’nın yokluğunda en ufak fırsatı değerlendirerek, halkı tekrar buzağıya tapmaya teşvik etmek amacıyla hemen orada bir buzağı yapıyor. Halkın Yehova’yı ve Allah’ı bırakıp hayvana tapması için buzağı yapan bu adam Allahsız, dinsiz, yani dine inanmayan bir kimse değildir. Bilakis dine inanır, hatta dinin tebliğcisi, mütevellisi ve koruyucusu konumundadır. Belam Baura ha keza, materyalist bir filozof mudur? Hayır! Belam Baura, döneminin en büyük alimidir ve halkın dini onun sarığı etrafında dönüp dolanan şeyden ibarettir.

               İsa’ya bakın! Ölünceye kadar çektiği çileler, yediği darbeler, aldığı yenilgiler, uğradığı ihanetler; bütün baskılar, iftiralar, hakaretler ve kendisiyle annesinin maruz kaldığı en çirkin ve en adi ithamlar; bütün bunlar Ferisilerin eliyle yapıldı. O Fersiler ki dönemin din savunucuları ve mütevellileri idi. Bunlar maddeye tapmıyorlardı, ateist değillerdi, materyalist değillerdi. Zaten o dönemde materyalist yoktu. Bunlar İsa’ya ve ona inananlara karşı; şirk dininin müminleri, savunucuları ve varisleriydiler.

               İslam Peygamber’ine bakın. Taif’te, Bedir’de, Uhut’ta, Hevazin’de, Mekke’de İslam Peygamberi’ne karşı kılıç çekenlerin, ona eziyet edenlerin hangileri dinsizdi, kaç tanesi hiçbir dini inanca sahip değildi? Hepsi, doğru ya da yanlış bir inanca sahipti. Tek şiarları Hz. Muhammed’i ve inananları ortadan kaldırmaktı. Neden? Çünkü şunu söylüyorlardı ‘’ Hz. Muhammed, öğretimizi, mukaddesatımızı ve inancımızı ayaklar altına alıyor; çünkü Allah ile bizim aramızda aracı olan mukaddesatımızı, putlarımızı, mabutlarımızı ve şefaatçilerimizi yakıp yıkmak istiyor.’’ Bu nedenle Peygamber dönemi boyunca İslam’a karşı savaş açan Kureyş’in ve bütün Arapların şiarı, ‘’dine karşı din’’ idi.

               İslam Peygamberinden sonra aynı slogan, aynı söylem başka bir şekle bürünüyor. Acaba ali’ye ve İslam dininin ruhunu idame ettirmek isteyen ve ettiren harekete karşı, küfür mü ayaklanmıştı? Dinsizlik veya dine ve Allah’a inanmayanlar mı baş kaldırmıştı? Yoksa bu harekete baş kaldıranlar, bu dine karşı Emevilerle Ali’nin çocuklarını veya Abbasilerle Peygamber’in yakınlarını savaş meydanında karşı karşıya getirenler, başka bir dine mi inanıyorlardı?

               İbrahimi dinin en önemli özelliği, tek olan Allah’a kulluktur. Bizim inancımızda ve tarih felsefesinde Adem’den Peygamberimize ve ondan sonra da insanlık tarihinin son anına kadar tağuta kulluğa karşı; bütün alemlerin tek sahibi olan, insani değerleri, tarihin hedefini ve beşerî hayatı tayin edici tek mabuda kulluk vardır. Yani insanı bu yüce vahye; Allah’a teslim olmaya, yalnızca bu nizama, bu hedefe teslim olmaya çağıran harekete karşı; tağuta kulluk edenler, bu hedefe karşı isyana çağırmakta ve adı İslam olan bu davete karşı durmaktadır.

               İbrahimi din, Allah’a teslim olmaya çağırdığı gibi, aynı şekilde ve bu sebeple, O’ndan başka her şeye karşı isyan etmeye de davet eder. Buna karşılık şirk dini de varlığın bu yüce vahyine karşı baş kaldırmaya, İslam davetine ve Allah’a isyana, İslam dinine ve ona teslim olmaya karşı çıkmaya çağırır ve bundan başka yüzlerce ilaha, yüzlerce kutba, yüzlerce kudrete kulluk etmeye davet eder. Ki her bir kutbun, her bir kudretin, her bir sınıfın ve her bir grubun bir ilahı vardır.

               Şirk, yani kulluk; yani Allah’a kulluğa karşı isyan. Ancak buna rağmen şirk, putlara karşı teslimiyet, alçak gönüllülük ve beşerî kulluktur. Geniş anlamıyla putları kastediyorum. Kâinatın o muazzam gücüne karşı tuğyan etmek ve kendi yonttuğunuz şeylere teslim olmaktır. Bu kendi yonttuğunuz şeyler ne olursa olsun. İster Lat, ister Uzza, ister araba, ister erdem, ister sermaye, ister kan, ister soy veya sınıf, isterse kendimizin besleyip büyütüp bir siyasi lider vs.; fark etmez, her dönemde bunlar Allah’a karşı birer tağut olmuştur.

               Tevhid dininin özelliklerinden biri, onun inkilabi duruşu ve akışıdır. Şirk dininin de özelliklerinden biri ‘’kitabına uydurmak, bahaneler ve gerekçeler’’ üretmektir.

               İnkilabi din, kendisine iman eden ve bu öğreti ile eğitilen kişinin; hayata ve onun maddi, manevi ve sosyal bütün yönlerine karşı eleştirel bir bakış kazanmasını sağlar. Bununla beraber mensubuna, reddettiği ve batıl olarak kabul ettiği şeyi değiştirmek, yıkmak, yok etmek ve hak olarak bildiği ve inandığı öğretiyi onun yerine tesis etmek gibi bir misyon ve sorumluluk yükler. Mevcut duruma dini açıdan meşruiyet kazandırmamak, onu tevil ve teyit etmemek, ona karşı kayıtsız kalmamak tevhid dininin özelliğidir. Bütün peygamberlerin nasıl zuhur ettiğine bir bakın. Bu tevhidi dinler ortaya ilk çıktıkları dönemde -ki bu dönem, onların en temiz, en saf, en berrak dönemleridir ve hiç değişmemiş, hiç başkalaşmamıştır.- ‘’var olan’’a karşı başkaldırmış, zulme ve çirkefliğe isyan etmiştir. Yani kula kulluğa karşı isyan…

               Şirk dininin her zamanki çabası şu olmuştur. Tabiat öncesi inancı, ilah veya ilahlara olan inancı, ahiret inancını ve mukaddesata olan inancı kullanarak; gaybi güçlere olan imanı tahrif ederek, kısacası bütün dini ve itikadi esasları kitabına uydurarak ve tahrif ederek mevcut durumu meşru göstermek ve temize çıkarmak. Yani dini kullanarak halka; ‘’Sizin toplumunuzun içinde bulunduğu durum, olması gereken bir durumdur.’' inancını kabul ettirmek… Zira sizin bu durumunuz, Allah’ın iradesinin bir tecellisidir, takdiri ilahi böyleymiş, sizin ve toplumunuzun alınyazısı böyle çizilmiş.

               Bugün bizim anladığımız manada ‘’kaza ve kader.’’ Muaviye’nin maharetinin bir ürünüdür. Kader ve cebr inancını Emeviler’in icat ettiğine tarih şahitlik eder.

               Müslümanların cebre inanmakla her türlü sorumluluktan kurtulacaklarını, çaba gösterme ve eleştirme gibi bir mesuliyetlerinin kalmayacağını, evet, bütün bunları Emeviler’in ihdas ettiğini tarih bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Cebr, yani ne olursa olsun var olanı ve olacak olanı kabul etmek. Oysa Peygamber’in ashabına baktığımızda, yaşadıkları her an için sosyal sorumluluk bilinciyle hareket ettiklerini görürüz.

               İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak; bugün insani sorumluluğun, Avrupalı aydının ve sanatkarın sorumluluk diye söz konusu ettiği şeydir. Bugünün felsefesinde, sanatında ve edebiyatında söz konusu olan, gündemden düşürülmeyen bu sorumluluk nedir acaba? ‘’Bu iyiliği emretme ve yapmak ile, kötülükten sakındırma ve kötülüğü yapmamaktır.’’ Biz onu öyle bir hale soktuk, o kadar doğru biçimde iyiliği emredip kötülükten sakındırdık ki ortada sadece kötülük kaldı!!!.

               İnşaAllah gelecek olan son Ramazan sohbetimizde de şirk dininin günümüzde niye devam ettiği ve beslenme kaynakları nedir sorularını cevaplandırırız.

               Allah’a emanet olun.