Peygambersiz hayata intibak konulu yazılarıma başlangıcında; hatırlıyorsunuzdur, bir televizyon programını izlemem ve bunun neticesinde konu ile ilgili araştırmalarım ve okumalarım sonucunda geldiğimiz noktayı sizlerle paylaşmak istediğimi belirtmiştim. Günümüz Müslüman ülkelerinin gerek siyasi gerekse içtimai konularda hangi noktada olduğunu görmek ve görülen bu durumdan kurtulmanın yollarını aramanın, düşünen her Müslümanın birinci görevi olduğu düşüncesindeyim. Yok eğer ülke yöneticilerinin söylediği gibi her şey güllük gülistanlık ise samimi duygularla sormak istiyorum. Allah aşkına bizi kim dövüyor?

            Yıllardır kendi dışımızdaki her kesi ve her şeyi suçladık. Bizim her şeyimiz doğru idi, ancak tüm kötülükler bizim dışımızdan kaynaklanıyordu. Biz Müslümanız. Bu nedenle doğuştan doğru ve dürüstlüğün bizim alamet-i farikamızdır. Gittiğimiz yol doğrudur ve bizlerin kendimizi düzeltmeye ihtiyacımız yok. Dünya Müslüman topluluklara karşı düşmanca tavır içerisindedirler. Bu kesinlikle doğru bir düşünce tarzı değildir. Müslümanlar Hz. Peygamber'in ölümünü müteakiben siyaseten ayrışmalar yaşamıştır. Bu ayrışma kavgaya ve nihayetinde bir kültürün, Allah'ın dinine tercih edilen bir seviyeye gelmesine sebep olmuştur.

            Hz. Peygamber'in vefat haberi duyulur duyulmaz onun hastalığı sırasında değişik gruplarca hazırlandığını düşündüğümüz, siyasi iktidarı ele geçirmeye yönelik tasarılar eyleme dönüşmüştür. İlk hareket ev sahibi Ensar arasında başladı. Ben'i Sa'ide çardağı'nda toplanarak Müslüman devletinin başına geçecek kişinin kendilerinden olması için fiili bir durum yarattılar. Ensar, bu konuda Muhacirlere danışma gereğini bile duymamıştı. Ancak Ensar’ın iki büyük kabilesi Evs ve Hazrec arasında cahiliye döneminden kalma rekabet, başkanın Ensar’dan seçilmesini zorlaştırdı.

            Ensar’ın devlet başkanı seçmek için toplandığını haber alan Muhacirlerin ileri gelenlerinden Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Übeyde, Ben'i Sa'ide çardağına geldiler. Muhacirlerin temsilcileri geldikten sonra tartışmanın şekli değişti. Muhacirler adına katılan ekip, hilafet konusunda asıl söz sahibinin kendileri olduğunu ileri sürerek konuya yeni bir boyut kazandırdılar. Onlar, Hz. Peygamber'inde Kureyş'ten olmasını gerekçe göstererek, Peygamber'in kurduğu devletin başına bir Kureyşlinin geçmesinin zorunluğunu belirttiler. Doğrusu Muhacirlerden olan ekip, Hz. Peygamber'in kurduğu devletin yönetimini ele geçirmek için nesep konusunu istismar ettiler. Halbuki soy yoluyla Peygamber'e yakınlığın hiçbir yararının olmadığı bizzat Kur'an-ı Kerim belirtmektedir.

            Ben'i Sa'ide toplantısına Muhacirler adına katılan grup başarılı da oldu. Ensar’ın büyük çoğunluğunun toplantıya katılmasına karşılık, Muhacirlerden yalnız küçük bir grup katılabilmişti. Kureyş'in iki büyük kabilesi Haşmiler ile Emevilerin bu toplantıda temsilcileri yoktu. Bu durum, halifenin Muhacirlerden olmasını kolaylaştırmıştı. Çünkü hilafet iddiasında bulunabilecek iki büyük güç tartışmanın dışında kalmıştı.

            Ben'i Sa'ide'de Ensar’ın çoğunluğunun da desteğini alarak halife seçilen Hz. Ebubekir’e karşı ilk itiraz, Haşimilerden geldi. Mademki, Hz. Peygamber Ben'i Haşim'dendir, halife de onlardan olmalıdır, tarzında düşünüyorlardı. Ben'i Haşim'in dışındaki Kureyşliler de bunun tersini, yani mademki Hz. Peygamber Ben'i Haşim'dendir, bu onlara yeter, halife Ben'i Haşim’den olmamalıdır, şeklinde düşünmekteydiler.

            Müslüman devletinin başına seçilen Hz. Ebu Bekir'e Halifetu'r-rasûl unvanının verilmesi de doğru olmamıştı. Devlet başkanının, Hz. Peygamber'in halifesi şeklinde düşünülmesi Kur'an'i anlayışa da uygun değildi. Çünkü Yüce Allah, ümmetin velayetini Elçisi'ne dahi vermemişti. Hz. Peygamber'in vefatından sonra sahabe arasında başlayan bocalamayı doğal karşılamak mümkündür. Fakat Hz. Peygamber'in ısrarlara rağmen herhangi bir belirlemede bulunmadığı bir konuda, Hz. Ebu Bekir'in ümmete ait bir yetkiyi kullanmasının haklı bir gerekçesi olamaz. Ben'i Sa'ide'de hilafet makamını ele geçiren Kureyş aristokrasisi, Ensar’ın iç yapısından kaynaklanan yetersizlikler sebebiyle tartışmayı da göze alamaması doğrultusunda siyasete yön vermiş ve bu şekilde devam etmiştir. Hz. Ebu Bekir'in kendinden sonra yerine Hz. Ömer'i tayin etmesi, Hz. Ömer'in, kendinden sonra ümmetin halifesini seçmek için seçtiği altı kişilik komitede, Kureyş kabilesi dışında bir kişinin bile bulunmaması da bu tespiti doğrulamaktadır. Daha sonrasında, Kureyş kavmiyetçiliği, Kureyş'in dışındaki Müslümanların, siyasi idare ile ilgilenmemelerine yol açmıştır. Metin yönetimi Kureyş'e ait doğal hakmış gibi kabul edilmiş ve diğer Müslümanlara düşen görev de Kureyş'e itaat etmek olarak belirtilmiştir. Hz. Osman'ın, yönettiği Müslümanların istekleri karşısındaki olumsuz tutumunu da bu anlayışın uzantısı olarak görmek mümkündür. Hz. Osman, kendisinin Allah tarafından belirlenmiş bir yönetici olduğunu düşünmekteydi. Hz. Osman'da görülen bu teokratik yaklaşım, daha sonra Şianın Hz. Ali'nin vasiyet yoluyla imam tayin edildiği yolundaki görüşü ile paralellik arz etmektedir. Başka bir ifade ile Şia, imameti siyasi bir mesele olmaktan çıkartarak, bir iman meselesi haline getirmiştir. Ehl-i Sünnetin ilk dört halifeyi, hilafete geçiş sırasına göre fazilet derecelendirmesine tabi tutmasının temelinde de siyasi kanaatlerin izlerini bulmak mümkündür.

            Sahabenin siyasi iktidarda bulunduğu dönemde, siyasi görüş ayrılıklarından dolayı, Müslümanlar arasında kanlı iç savaşların yaşanması, Hz. Peygamber'den sonra Müslüman siyasi sisteminin kurulamadığının delillerinden biridir. İslam'ın yayılışında büyük hizmetleri geçen bu ilk Müslümanların, Peygamber sonrası düştükleri siyasi anlaşmazlıkları, hoş ve meşru göstermek için geliştirilen ve sahabeyi eleştiri dışı tutan düşünceleri onaylamak mümkün değildir. Müslümanlar arasındaki itikadi farklılaşmanın kaynağını oluşturan sahabe devrini ve bu dönemde gelişen siyasi olayları ve onların sebeplerini doğru anlayamadığımız zaman, itikadi farklılaşmanın temelinde yatan ana sebepleri de doğru tespit edemeyiz. Bu durumda, ümmet arasında var olan ve kökleri eskiye dayanan ayrılıkları nasıl kaldıracağız? Sahabeyi eleştirmenin zındıklık olduğunu, Kur'an ve Sünnet'i eleştirmek anlamına geldiğini iddia edenlerin görüşlerinin, Kur'an'i anlayışa uygun düşmediği açıkça bellidir. Hz. Peygamber'e dayandırılan bir hadiste, sahabenin ümmetin en hayırlısı olduğu bildirilmektedir. Bu tür hadislerin de İslam'ın ilk nesillerini eleştiriden kurtarmak için üretilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Aslında Sahabe birbirini zaten eleştirmiş ve hatta daha öteye geçerek zaman zaman kanlı bıçaklı olmuşlardır.

            Hz. Peygamber'den sonra Müslüman siyasi sistemini kuramayan sahabenin siyasi hatalarını örtmek için, Hz. Peygamber'e istinaden hilafete ömür biçilmesini izah etmek mümkün değildir. Kur'an ısrarla, geleceği Allah'tan başkasının bilemeyeceğini açıklarken, nasıl geldiği dahi bilinemeyen bu tür hadisleri ölçü alarak hüküm çıkarmak doğru değildir. Peygamberimize isnad edilen geleceğe ait haberlerin altında, Müslümanlar arasında ortaya çıkan korkunç olaylara mazaret aram amacının yattığı apaçık görülmektedir. Kur'an'ı Kerim'de görmediğimiz bir gelecek haberinin doğru olamayacağı, yönündeki görüşün daha doğru olduğu anlaşılmaktadır.

            Sahabenin, yalnızca sahabe olduğu için haklı olduğu, şeklindeki düşünce doğru olamaz. Kaldı ki sahabenin birbiriyle olan kavgaları ortadayken, bu durumda kavga eden hangi tarafın doğru olduğuna kim karar verebilir ki?

Kur'an'ın daha sonraki nesiller ulaştırılmasında bir halka durumunda olması gereken nesiller, dinin bir parçası ve Kur'an'ın anlaşılmasında bir ölçü durumuna getirildiler. Ölçü durumundaki nesiller arasında meydana gelen dramatik olaylara yorum bulmak için, Hz. Peygamber'e atfedilen hadislerin gölgesine sığınıldı. Hatta Kur'an ayetleri dahi bu doğrultuda yorumlandı. Sahabenin yazgı gereği olarak birbirine düştüğü izlenimi verildi. Halbuki çatışmaların gerisinde resmen siyasi çıkar ve düşünceler yatmaktaydı. Müslümanlar, Kur'an'a göre olayları değerlendirecek yerde, olaylara meşruluk kazandırmak için Kur'an'dan destek aradılar. Kur'an'ın muhatabı olan akıl, Müslümanlar arasında kötülenir oldu. ''Vahiy ile aklı birbirinden ayırmak kabul edilebilir bir şey değildir. Bu, her şeyden önce akla hitabı esas alan, her konuyu akla uygunlukla ölçen, akla daha yatkını, daha orta yolu tercih eden Kur'an'i usule aykırıdır ve İslam'ın ruhuna ters düşmektedir.'' Kaldı ki, aklı kullanmamak Kur'an'a göre büyük suçtur. Onda, Allah katında yeryüzündeki canlıların en kötüsü, gerçeği düşünmeyen yani akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. Buyrulmaktadır. Geçmiş nesillerin kutsanması ve taklit, Müslümanların onurlarını ortadan kaldırmış ve gerçeği görmelerini engellemiştir. Çünkü mukallit, kendisini Allah'ın Kitab'ına muhatap kabul etmemektedir. Müslümanlar arasındaki ayrılıkların kurumsallaşmasının bir sebebi de bu taklit hastalığıdır.

            Olayların sebeplerini araştırmak için, önce olaylardaki insan etkisini kabul etmek gerekir. Müslüman; olayların akışına kendisini kaptırmış bir kazazede midir? Yoksa olaylara yön veren sorumlu bir varlık mıdır? Fail olmayanın, fiildeki sorumluluğu ne olabilir? Müslümanlar, geleceklerin düzgün bir şekilde inşa edebilmek için geçmişlerinin sorgulamasını yapmak zorundadırlar. Çünkü; bir kimse dünü eşelemeden bugünün kavrayamaz. Bugünü anlamayanlarda geleceği kuramaz. Bundan dolayı, Müslümanlar arasında inanca ve toplumsal ayrılığa sebep olan siyasi çatışmaların sebeplerini bulmak, İslami bütünleşmeye ortam hazırlayacaktır.

            Eskiyi, hiçbir bilgiye ve delile dayandırmadan aktarmanın, geçmişimizi değerlendirmek demek değildir. Bugüne kadar Müslümanların, sahabe dönemi'ni gerektiği şekilde değerlendiremedikleri de bir vakıadır. Bu sebeple, sahabe devrindeki siyasi olayların incelenmesi bilimsel bir gerekliliktir. Müslüman siyasi yapısı, maalesef sahabe tarafından kurulamamıştır. Müslüman, siyaset kavramı üzerinde düşünürken doğrudan doğruya Hz. Peygamber'den hemen sonra gelen kuruluş devrine gitmek ve onu yeni baştan yorumlamak zorundadır.

            Unutulmamalıdır ki; ''Her şeyin en doğrusunu yalnızca Alah bilir'' O'nun haricinde her kes yanlış da yapabilir, hata da işleyebilir. Enaniyet insana mahsustur. İnşaAllah bu yazı dizimi gelecek yazımla tamamlamış olacağım.

            Allah'a emanet olun.