Bir milletin, bir halkın, bir topluluğun öz vatanını terk ederek, başka bir ülkeye göç etmek zorunda kalması, yüzyıllar boyu sürecek bir acıyı, bir hüznü, nesilden nesle taşıması, yaşanmış tarihî hakikatlerdendir.

   Bu sebeple dilimizde, “ Allah kimseyi yerinden yurdundan etmesin.” şeklinde sade ve samimi duamız vardır. Yazımın başlığından da hissetmiş olabileceğiniz gibi, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonucu, vatanlarını terk ederek Türkiye’ye sığınmak zorunda bırakılan Ahıska Türkleri’nin, Elazığ’a gelişlerinden yürek sızısı ile karışık bir sevinç, bir mutluluk duyduğumu ifade etmeliyim. Bu durum, zor gününde kardeşin kardeşe sahip çıkması, onun derdini, acısını paylaşması gibi bir duygu…

   Tarih boyunca; Türk milleti vaktiyle Balkanlara, Avrupa’nın içlerine kadar gönderdiği “Evlâd-ı Fatihan”ı buraların elden çıkışıyla birlikte yaşanan zulüm ve baskılar sonucu, hüzünle bağrına bastığı gibi, Almanya’da Nazi zulmünden, İtalya’da Mussolini faşizminden kaçan Yahudilere de kapılarını açmıştır.

   Almanya doğumlu, Alman Yahudisi, 1921 Nobel Fizik Ödülü sahibi Albert Einstein’in 17 Eylül 1933’te Atatürk’e yazdığı ünlü mektubu, Türk milletinin mağdur ve mazlum topluluklara sahip çıktığının çok önemli bir belgesidir.

   “Ben, sadık hizmetkârınız Prof. Albert Einstein. Ekselansları, Almanya’dan 40 profesör doktorun bilimsel ve tıbbî çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum.”

   Bu mektupla beraber, Almanya’dan Türkiye’ye Nazi zulmünden kaçarak sığınanlar yanında, yabancı bilim insanları Ankara ve İstanbul üniversitelerinde; tıp, fen, edebiyat, hukuk ve iktisat fakültelerine gelerek çalışmaya başladılar.

   Emperyalist ülkelerin Ortadoğu coğrafyasındaki emellerini gerçekleştirmelerinin bir aracı hâline getirilen ve sayıları 4 milyonu, diğer yabancılarla birlikte 8 milyonu bulan sığınmacıları da, Türkiye Cumhuriyeti 2011 yılından beridir beslemekte ve barındırmaktadır.

   Son günlerde, ülkenin etnik-demografik yapısının değiştirilerek, millî birliğimizi bozmaya yönelik bir tehlike hâline geldiği iddia edilen ve geri gönderilmeleri için çözümler aranan Suriyeli sığınmacılar konusu şiddetle tartışılırken, Ahıska Türkleri’nin Elazığ’a gelişlerini neden heyecanla karşıladığımızı anlamak için, Elazığ havalimanındaki karşılama törenine, orada yaşanan içli, hüzün ve duygu yüklü görüntülere bakmak yeterli olacaktır sanırım…

   Yaşlılar, zulümden kurtulduklarını, vatan toraklarına geldiklerini gözyaşları içerisinde anlatıyor, başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere, devlet yetkililerine şükranlarını ana dilleri ile Türkçe olarak ne güzel ifade ediyorlar…

   Özellikle çocukların, ellerindeki Türk bayraklarıyla, İstiklâl Marşı’mızı içten, heyecanla okumaları görülmeye değerdi…

   Elazığ Valisi Sayın Dr. Ömer Toraman’ın “ Ahıska Türklerinin tarih boyunca büyük acılar yaşadığını” söylerken sesine yansıyan ve acının boğazında düğümlendiği hissini veren konuşması bende, ”Bu sıradan bir sığınmacı karşılaması değil, bu başka bir duygu, bu bir milletdaşlık kucaklaşması olmalı” duygusu uyandırdı.

   Hoş geldiniz Ahıska Türkleri, vatanınıza hoş geldiniz. Sağ ol Sayın Valim, sağ olsun mazlumlara uzanan devletimizin hamiyet eli…

   Ahıska Türkleri’nin kim oldukları ve tarihte neler yaşadıklarına kısaca değinmekte yarar var:

   Ahıska Türkleri’nin, Türk kökenli bir toplum olduğu, Hun- Kıpçak Türkleri’nin torunları olup, Gürcistan’da “Ahıska” adı verilen bir Türk bölgesinde yaşamakta oldukları bilinmektedir.

   Sovyetler Birliği döneminde, 2. Dünya Savaşı sırasında 14 Kasım 1944 tarihinde uygulanan tehcir ile Stalin tarafından vagonlara doldurularak, insanlık dışı zulüm ve işkencelere maruz bırakılmak suretiyle sürgünlere gönderilen Ahıska Türkleri’nin çocukları, torunları bugün hâlâ sürgünün sonuçlarını, 7 eski Sovyet ülkesinde vatansız olarak dağılmak suretiyle yaşamaya devam ediyorlar.

   Şair Yunus Zeyrek’in  “Ben Ahıska’yım” şiirinden bir dörtlük ile Ahıskalı kardeşlerimize selam gönderelim:

   Ben Ahıska’yım ellerin hasıyım,

   Orta Asya çöllerinde sürgünlerin sevdasıyım,

   Tütmeyen ocaklarda elleri koynunda,

   Binlerce ananın kara yasıyım.