Dünyada meydana gelen değişmelerin, ortak değerlerimiz üzerindeki yıkıcı, zayıflatıcı etkisini her geçen gün üzülerek görmekte ve yaşamaktayız. İletişim ve bilişimin sağladığı etkileyici güç, ortak değerlerimizi aşındırmakta ve yetişmekte olan genç nesli, âdeta köklerinden koparmaktadır.

   Ortak değerler derken, toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul gören, çekirdek ve güçlü değerleri, o toplumu bir arada tutan bağları kastediyoruz. Diline sahip çıkmak, dinî değerlerine kuvvetli bir imanla bağlı olmak, toplumun ahlâkî ve ananevî telâkkilerine saygılı olmak, milletin varlığı ve birliğine yönelecek fikir ve hareketler karşısında hazır ve tetikte olmak, ortak kültürel değerlerimizin başında gelmektedir.

   Çok yönlü ve geniş kapsamlı olan bu kavram, 1. ve 2. Dünya Savaşlarının meydana getirdiği derin buhranlar neticesinde, toplumu birbirine bağlayan değerlerin yozlaştırılarak, milletleri çökertmenin en önemli araçlarından biri haline gelmiştir.

   Ortak sosyal değerler, toplum tarafından bilinçli bir şekilde sahiplenildiği taktirde,  o toplumun elinde, en güçlü teknik silahlara üstün gelebilecek bir güç haline geldiği, tarihte yaşanmış olaylarla ispatlanmıştır. Türk İstiklâl Savaşı; ortak sosyal ve kültürel değerlerin, asırlar içerisinde oluşturduğu bir ruhun, dünyanın en ağır silahlarına ve en güçlü ordularına karşı kazandığı bir zafer değil midir…

   Türk tarihi, ortak sosyal ve kültürel değerlerimizi koruduğumuz sürece, daha güçlü bir şekilde ayakta durduğumuzun ve varlığımızı sürdürdüğümüzün şanlı sayfalarıyla bezeli olduğu kadar, bu değerlerin zayıflaması sonucu, buhran ve bunalımlar yaşadığımızın da ibretlik örnekleriyle doludur. Önemli olan dünyadaki bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişme ve değişmeler karşısında, toplumun millî kimliğini oluşturan ortak değerlerini koruması ve geliştirmesidir.

   Günümüzde, Suriye’de ve Ukrayna’da emperyal güçlerin ortaya koyduğu vahşet karşısında, perde arkasında başka sebepleri de olsa, bu iki ülke halkının ortaya koyduğu direnme ve ülkelerine sahip çıkma çabalarındaki farklılığın asıl sebebi, ortak değerlere sahip çıkma şuurundaki farklılıktır.

   Değerlerin aşınmasından ve yozlaşmasından kastımız, sadece ahlâkî anlamda şekil ile ilgili klasik yakınmalar değildir. Toplumun; olaylar karşısındaki doğru tepkisini, hakkın ve haklının yanında durma hassasiyetini, iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı, doğru ile yanlışı, millî olan ile olmayanı ayırt etme yetisini ve gerektiğinde tavır ve tepkisini ortaya koyma iradesini bugün kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğudur.

   Büyük şehirlerin en kalabalık merkezlerinden en küçük yerleşim yerlerine kadar, her gün “ değerler yozlaşması”nın olumsuz örneklerini gözlemlemekteyiz. Acı olan tarafı da,  toplumun olan biten bu bozulmalar karşısında duyarlılığını kaybetmesi ve artık bu kötü gidişatı kabullenir hale gelmesidir.

   Bugüne kadar devleti yönetenler de, yasalarda açıkça belirtilen “Türk milletini bütün fertleriyle, kaderde, kıvançta, tasada ortak kılmak” ilkesi doğrultusundaki görevlerini yerine getirmemişlerdir. Özellikle, devlet hayatımızda kişisel ve siyasî çıkarlar uğruna, değerlerin hiçe sayıldığı ve ortak değerlerin bu kadar hızla aşındığı bir dönem çok az yaşanmıştır.

   Bu kötü gidiş karşısında; aileden başlayarak, eğitimin her kademesinden, basın-yayın organlarına, sanat çevrelerinden, topluma yön verme misyonu yüklenmiş sivil tolum kuruluşlarına topyekûn bir bilinçlenme seferberliğine ihtiyaç vardır. Bu konu bağımsızlığımızın ve geleceğimizin güvencesidir.

   Tabii ki, bu eşgüdüm ve organizasyonu kuracak, gerekli düzenlemeleri yapacak olan, devletin “ortak değerler”e ilişkin ciddi politikalarının olması ve süreklilik arz eder biçimde uygulanmasıdır.