‘’Sivil Toplum’’ kavramı batı menşeli olmakla birlikte, istişareyi ön plana alan Türk hakanlarının danışma kurulu görevindeki meclislere (Toylara) önem vermesi, Peygamber Efendimiz’in de önemli kararlar öncesi müşaverede bulunduktan sonra kararını kesinleştirmesi Türk kültüründe yöneticilerin ‘’Sivil Toplum’’a verdikleri değeri göstermesi bakımından önemlidir.

   Birçok tarihî olay; istişare edilerek, toplumun rey ve kanaatlerinin alınarak başlatılan hareketlerin, o toplumu ileriye taşımakta çok daha etkili olduklarını, aksi durumlarda sivil toplumun sesinden ve iradesinden kopuk uygulamaların felaketlere sebep olduğunu göstermektedir.

   Dünyada gelişmişliğin önemli göstergelerinden biri de, ülkelerin sahip oldukları Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar), bunların ekonomik büyüklükleri ve etkileme güçleri olarak görülmektedir. Sivil Toplum Kuruluşları, grupların ve genel olarak toplumun talep ve beklentilerinin yerine getirilmesinde, demokratik sürecin etkili işlemesinde, toplumda ‘’güven’’ düzeyini arttırmada, sonuç olarak farklı insanların bir arada, ortak bir amaca hizmet etmekteki rolleri bakımından, vazgeçilmez demokratik unsurlar olarak kıymet görmektedir.

   Günümüzdeki Sivil Toplum Kuruluşları, yöneticilere sundukları istişare, danışmanlık gibi temel görevler-katkılar yanında; temel hak ve özgürlüklerden siyasî, fikrî ve ideolojik birlikteliklere, insan ve hayvan haklarından çevre korumaya, ekonomik iş birliklerinden meslekî kuruluşlara, dinî ve millî değerlerin topluma benimsetilmesinden, ülkenin karşılaşabileceği iç ve dış tehditlere kadar sivil toplumu yönlendirme ve temsil ettiği grubun hak ve statülerini koruma gibi sorumluluklar yüklenmişlerdir.

   Gençlik yıllarından beri STK’larda kurucu ve yönetici olarak görev almış, bu kuruluşların; sosyal, siyasal ve toplumsal hayatımız üzerindeki etkilerini o günkü sınırlı imkânlarına, yetkilerine rağmen görmüş, gözlemlemiş biri olarak bu kuruluşların, günümüzdeki durumunun iç acıcı olmadığını, hatta ‘’toplumun gözü, kulağı, dili olmak’’ misyonundan uzaklaşmış olduğunu belirtmek isterim.

   Siyasetin, ticaretin ve sosyal hayatın; bozulan, yozlaşan ‘’ben’’ merkezli çıkarcı tutumu, Türkiye’de ‘’Sivil Toplum’’un kökleşmesi, güven vermesi ve yaygınlaşmasının önündeki en büyük engellerden biridir. Bilhassa siyasî iktidarların bakış açısı, Sivil Toplum kuruluşlarını yönetime bağımlı hale getirmiştir.

   Ülkemizde, Sivil Toplum Kuruluşlarının büyük çoğunluğu, devletin-iktidarın ‘’STK’’sı gibi hareket etmekte, demokrasinin, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün, hukukun üstünlüğünün kurumsallaşmasına hizmet etmek yerine, günübirlik çıkarları öne alarak, antidemokratik uygulamaların aracı haline gelmiş bulunmaktadır.

   Devletin görevi, STK’ları objektif ölçütlerle değerlendirmek, başarılı ve amacı doğrultusunda yasal çerçeve içerisinde çalışanları desteklemek, amacından uzaklaşmış olanlar hakkında hukukun gereğini uygulamak olmalıdır.

   Sağlık, eğitim, sanat, dağ-doğa, deniz vb. değerleri koruma iddiasıyla, STK görüntüsü altında Türkiye’yi zayıflatarak ortadan kaldırmayı hedefleyen zararlı cemiyetler (STK’lar) her zaman var olmuştur. Bunlara karşı uyanık ve tetikte olmak, tabii ki devletin ilgili kurumlarının görevi olmak zorundadır. Bunlar konumuz dışındadır.

   Sivil Toplum Kuruluşları ile, siyasî partiler arasında; amaçları, programları, tüzük ve bildirimleri arasında bir yakınlık, bir paralellik olması, ülke insanına hizmet etmek ortak hedefi bakımından işin doğası gereğidir. Önemli olan, Sivil Toplum Kuruluşlarının, daha güçlü konumda olan siyasî partilerin özellikle de iktidarın boyunduruğu ve emri altına girmemesidir.

   İşçilerin, çalışanların haklarını korumakla görevli STK’ların, sendikaların, iktidara yakın görünmek adına toplumun büyük kesiminin çıkarlarını, ikballeri uğruna ‘’sattıklarına’’, yeterince savunmadıklarına çok kez tanıklık etmişizdir.

  Sivil Toplum Kuruluşlarının, bulundukları illerde görülen yanlış-çarpık birçok uygulama karşısındaki sessizliği,  zaman zaman hepimizi isyan ettirmiştir. Elazığ’ımızda da STK’ların ilimiz sorunlarına gösterdikleri kayıtsızlık ve duyarsızlık dikkatlerden kaçmamaktadır.

   İçinden geçmiş olduğumuz buhranlı ve sıkıntılı günlerde, siyasî partilerin iktidarı-muhalefetiyle, kendilerini eleştiren, aykırı ses çıkaran Sivil Toplum Kuruluşlarına tahammül göstermemeleri sağlıklı bir demokrasinin önündeki en büyük engel olarak karşımızda dururken bizim, görevinin idrakinde, dürüst, cesur, bilgili, birikimli STK yöneticilerine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu açıktır.