Siyasetin çözüm odaklı yapılması gerekir. Bizde ideolojik öncelikler sorunların önüne geçiyor. İnsanlar iş, aş, ekmek meselelerini çözüp, daha kaliteli bir hayat peşinde koşacaklarına ideolojik şablonların peşinde koşuyorlar. Kim daha milliyetçi, kim sağcı, kim solcu, kim hangi mezhepten, kim İslamcı sorusu, kim problemlerimizi çözer sorusunun önüne geçiyor. Onun için seçtiklerimiz hiçbir zaman sorun çözücü olmuyor. İktidarlar değişiyor, sorunlarımız baki kalıyor.

Oysa seçimler daha iyi yönetenleri iş başına getirmek için yapılır. Bunun için liyakat gereklidir. Liyakatin olmadığı yerde problemler dağ gibi yığılır, gelen halının dibine süpürür, birikinti öyle bir hal alır ki, bir gün altından kalkılamaz hale gelir. İşte bugün yaşadığımız trajedinin arkasında bu gerçek vardır.

Çok ağır bir ekonomik krizden geçiyoruz. Krizler, iktidarda olanlar ne derlerse desinler -kötü yönetimden- kaynaklanır. Akla, bilime, uzmanlığa önem vermeyenler hem kendilerini hem toplumu felakete sürüklerler. Bunu anlamak için Türkiye'nin gündemine bakmak kâfi. Enflasyon almış başını gidiyor, biz Abdülhamit'in, Sultan Vahdettin'in faziletlerini tartışıyoruz. Tarihi olaylar, zihniyetler üzerinden okumak yerine kişiler üzerinden okuyoruz. Yunan göstere göstere Türkiye'nin on sekiz adasını işgal etti. Yüzlerce yazı yazıldı, demeç verildi uyarılar yapıldı, ama iktidar sağıra yatmayı tercih etti. Şimdi afra tafra yaparak toprağı işgal edilmiş vatandaşa -ucuz milliyetçilik- gösterisi yapıyor. Bu, vatandaşın ayranını kabartmaktan başka neyi çözer ki?

Toplumu kutuplaştıran bir siyasetin milliyetçilikle bir işi olamaz. Çünkü milliyetçilik toplumda çatlak oluşturmaz, toplumdaki yarıkları kapatmaya, köprüler kurmaya çalışır. Toplayıcı milliyetçilik, toplumsal farklılıklar üzerinden yürümez, tam tersine ortak duygular, değerler, benzerlikler üzerinden yürür, savrulmaları önlemeye çalışır. Bir ülke düşünün ki, sınırlarında, mutfağında, pazarında yangın varken günlerce Sayın Erdoğan'ın Amerika'da Central Park’ta üç beş Afrikalı ile çektiği resimleri konuştu. CB’nin resim gösterisi bu ülkenin kangrenleşen hangi sorununu çözüyor diye soran bir Allah'ın kulu olmadı. (Akif Beki'nin hakkını yemeyelim o güzel bir yazı ile sordu.)

 Geçen hafta PKK terör örgütü Mersin'de polis evine saldırdı bir polisimiz şehit oldu. Terör hız kesmeden devam ediyor, son 4 ay içinde 60 civarında şehit verildi hala Süleyman Soylu'nun konuşmalarına bakarak örgütün Türkiye'den temizlendiğini düşünenler var. ABD iş birlikçisi Afganlılar Van'dan sınırımızı aşıp İstanbul'a kadar hiçbir engelle karşılaşmadan gelebiliyorlar. Bu gerçeğe rağmen Soylu sınırlarımız güven altında diyebiliyor. Kimse çıkıp da güven altındaysa bu insanlar nereden geliyor diye soramıyor. Bugün itibarıyla sınırlarımız içinde beş yüz bin Afgan sığınmacı var, bunlar silahlı eğitim almış, her türlü kundakçılığı, provokasyonu bilen insanlar. Bunlarla Türkiye ne yapacak?

Bu sorunların çoğunu konuşamıyoruz. Çünkü topluma öncülük etmesi gerekenlerin kalibreleri buna müsait değil. Vatandaş seçtiklerinin ağzından konuşur. Vekil dediğimiz insanlar kendilerini meclise gönderenlerin sorunlarına, sıkıntılarına tercümanlık ederler. Onların sözü halkın sözüdür. Ancak bu bir kapasite ve vicdan meselesidir. Ne yazık ki, sandık önümüze geldiğinde ne kapasite ne vicdan arıyoruz. Tek aradığımız bizden mi değil mi? Bizdenliği ehliyete, bilgiye, yeteneğe tercih etmek bizi her gün biraz daha geriye götürüyor. Almanya 2. Dünya Savaşında yerle bir edildi, fabrikaları Ruslar tarafından sökülüp götürüldü, o Almanya elli yılda dünyanın en büyük beş ekonomisinden biri oldu. Güney Kore, 1950-53 yılları arasında yakılıp yıkıldı bugün fert başına düşen milli gelir 30.000 Dolar civarında. Türkiye'de ise kişi başına düşen milli gelir sadece 8.000 Dolar.

Bütün bunlar şu anlama geliyor; doğru ve ehil kadrolar seçilmedikçe, doğru politikalar izlenmedikçe siyasetten çok büyük başarı hikayeleri beklemek hayaldir. Biz şu mezhepten mi olsun, bu mezhepten mi olsun, sağcı mı olsun, solcu mu olsun, bizim partiden mi olsun, onun partisinden mi olsun, çok bağıran mı olsun, az bağıran mı olsun diye tartışıp durdukça, partiler gelecek partiler gidecek ama çok şey değişmeyecektir.